Yazar: Sezen Salihoğlu Sağlam

Erken çocukluk döneminden kaynaklanan şartlanmalarımız, almış olduğumuz yaralar ve hayat hakkındaki yanlış anlamalarımız, ilişkilerimizi etkilemektedir. Peki bu nasıl olmaktadır? Ve kendimizi iyileştirmek için neler yapmak zorundayız?

İlişkilerde yaşadığımız olaylar, bilinçli ve bilinçsiz olarak kendi içimizdekilerin dışa yansımasıdır. İlişkilerimiz yoluyla, geçmişimizi iyileştirmeye kişisel olgunluk seviyemize ulaşmaya çalışırız.

İki insan karşılaştığında, eğer aralarında ortak tek bir yön bile varsa, bu iki kişi arasında köprüler oluşur. Ve bu durum çekim veya kimya uyuşması olarak adlandırılır. Bu köprü hem yakın ilişkilerde hem de yakın olmayan ilişkilerde ortaya çıkar. İki insan arasında ortak bir şey söz konusu değilse bu insanlar birbirlerini önemsemezler, aralarında çekim oluşmaz. Ama eğer bir insan hayatınızda belirirse, ikinizin en azından bir ortak yönü olduğu kesindir.

İnsanlar kendilerini, başkalarının onlara tuttuğu aynalardaki yansımaları ile tanırlar. Bu nasıl bir şeydir? Bazen karşımızdakinde farkına varıpda tepki verdiğimiz bir takım özellikler vardır. Bu özellikler genellikle bilincinde olmadığımız, ama kendimizde var olan veya var olma potansiyeli olan özelliklerdir. Başkasında var olan sevdiğimiz veya sevmediğimiz bu özellikler, bize kendi psikolojik maskemiz hakkında bilgi verebilir. Bizler kişiliğimizin devam ettirmek istediğimiz yönlerini seçer, istemediğimiz yönlerini eleriz. Kendimizde kabul edemediğimiz yönlerimizi ise başkalarına yansıtırız. Bu istemediğimiz yönleri, bazı duyguları, bazı davranışları veya inançları içimizde barındırmak bize çok acı verdiğinde kendimizi bu acılardan korumak içim yansıtma adlı savunma mekanizmasını kullanırız. Ve yansıtmayı kullanmak için yakın ilişkiler çok uygun bir zemindir. Bizler içimizde bize acı veren bu özellikleri inkâr etmekten vazgeçtiğimiz, bilinçaltımızdaki özelliklerimizi kabul ettiğimiz zaman gelişmeye başlar ve daha olgun, sevgi dolu ilişkiler yaşamaya başlarız.

Yargıladığımız, eleştirdiğimiz özellikleri bir başkasında görmek bunları kendimizde görmekten daha kolaydır, bunları kendimizde fark etmemiz ise çok zordur. Kendimizde var olan ve yüzleşmeyi reddettiğimiz özellikleri eşlerimiz bize geri yansıtırlar.

Biriyle birlikte yaşamaya başladığımız zaman, bize acı veren olaylar, ebeveynlerimizle olan ilişkilerimiz, onların ihmalkârlıkları veya işgalleri, çocukken ebeveynlerimiz ile baş etmek için geliştirdiğimiz duygu ve davranış kalıpları su yüzüne çıkar ve ilişkimize yansır. Geçmişimizi bu şekilde iyileştirmeye çalışırız.

Şu andaki davranışlarımızın çoğu geçmişte yaşadıklarımızla ilgilidir. Geçmişte takılı kalıp, bugünü yaşamadığımız için bizler hasta oluruz. Geçmişte takılı kalıp da, çocukluk yaralarımızla hareket edersek eğer, hayatımızdaki insanlar bize olumsuz tepkiler verecektir. Büyüyüp gelişirken, içimizdeki çocukluk yaralarını fark etmeye çalışmak, hayata daha bilinçli bakmaya çalışmak, daha sağlıklı ve olgun ilişkiler kurmamızı sağlayacaktır.

Peki nedir bu çocukluk yaraları? Terk edilmek, reddedilmek, sevilmemek, ilgisizlik, ihmal edilme, beğenilmeme, kıyaslanma vs. tüm bunlar bilinçli dünyamızda veya bilinçdışımızda tamir edilmediği sürece saklı kalacaklardır ve bu yaralar farkında olmadan ikili ilişkilerimize taşınacaklar ve etkili olacaklardır. Bunları fark etmek ve yüzleşmek, daha olgun ilişkiler kurabilmek, daha kaliteli bir hayat geçirebilmek adına çok önem taşımaktadır.

Ruhsal gelişimimiz ve içsel iyileşmemiz adına önemli olan diğer bir önemli nokta da bireyin kendisine değer vermesidir, kendisini sevmesidir. Eğer biz kendimizi sevip, beslemezsek bir başkasının bizim isteklerimizi gerçekleştireceği umuduyla yaşayan, muhtaç bir insan oluruz.

İyi ilişkiler kurabilmemiz için ise kendimizi çok iyi tanımamız, kendimizi her yönümüzle kabul etmemiz ve sevmemiz gerekir. Kendimizi sevmemiz demek, olumlu ve olumsuz yönlerimizle kendimizi kabul etmemiz demektir. Kişiler kendi içlerinde ne kadar bütünlük seviyesine ulaşmışlarsa ilişkilerine o kadar katkıda bulunurlar. Ruhsal açıdan parçalanmış eşlerin birlikteliği tam bir ilişki oluşturmaz. Eğer içimizdeki bütünlüğü oluşturabilirsek, ilişki için de gerekli potansiyeli oluşturmuş oluruz. Bu yüzden kendi güvensizliklerimizi iyileştirmeli, eksikliklerimizden eşimizi sorumlu tutmamalıyız.

İlişkide olduğumuz kişi bizim eksiklik ve ihtiyaçlarımızı karşıladığında kendimizi güvende hissederiz. Fakat karşılamadığında eksik yanlarımızla yüzleşmek ve bunlarla baş etmek zorunda kalırız. Tüm bunlarla baş etmek zorunda kaldığımızda, kendimizi iyileştirmek için bir uzmandan yardım almak çok doğru bir davranış olacaktır.

Çünkü çocuklukta bitirilemeyen bu takılı kaldığımız ve bugüne taşıdığımız bu işler, yetişkin ilişkilerimizde devamlı ortaya çıkacaktır. Ve bizler kendimizin ve eşlerimizin bazı durumlarda neden çeşitli şekilde davrandıklarını anlamlandıramayacağız. Bir ilişkimiz bitip te diğeri başladığında, bu kısır döngünün devam etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Çocukluğunuzu ve özellikle de ebeveynlerinizle olan ilişkilerinizi incelemeniz, şu anki aşk ilişkileriniz konusunda size ipuçları verecektir. Eğer şu an içinde bulunduğunuz ilişkiden mutlu değilseniz, yaşamınızın ilk yıllarına bakmanız yararlı olacaktır. Burada sizi yetiştiren kişiler çok fazla etkilidir. Çünkü insanlar kendi haklarındaki ve kurduğu ilişkiler hakkındaki düşüncelerinin çoğunu kendilerini yetiştiren kişilerden öğrenirler. Değerlilik duygusu da erken dönemde ebeveynlerini tutumları ile belirlenir. Bundan dolayıdır ki, ikili ilişkilerinizde eşinize, sevgilinize karşı oluşan tepkileriniz, çocukluğunuzdan kaynaklanan çözülmemiş anlaşmazlıklar ve davranış kalıplarına bağlıdır. Mesela; ailenizden alamadığınız sevgi, onay ve ilgiyi eşinizden almak için belli “davranışlar” gösteriyor olabilirsiniz.

Tutkulu bir aşk hissetmiyor ve “aşık” olmadığınızı düşünüyor olabilirsiniz, bu doğru bir eşle olmadığınız anlamına gelmez. Mesela; ilk başlarda seçilen eşin ruh ikizi olduğu düşünülürken, sonrasında ne oluyor da bunun doğru olmadığı düşünülebiliyor.

Kişinin kendi içerisindeki boşluk duygusu, çocuklukta çözülemeyen ve bugüne taşınan yaralar bu tür hislere sebebiyet veriyor olabilir. Mutlu olmanız için eşinizin, sevgilinizin devamlı üzerinize titremesine gerek yoktur. Gerçek mutluluk ve tatmin kendi içinizdeki gücü arttırmanıza bağlıdır. Olgun ilişkiler ve aşklar ancak bu şekilde yaşanabilir.

Fakat geçmişten kaynaklanan bu yaraları iyileştirmek ve kendi bütünlüğümüzü sağlamakta zaman alacak ve çaba gerektirecek bir durumdur. Eğer hayatınızın geri kalanını mutlu ve kaliteli bir şekilde geçirmek istiyorsanız önce kendinizi tanımanız ve ihtiyaçlarınızı nasıl karşılayacağınızı anlamanız gerekir. Yani “ben kimim?” ve “neye ihtiyacım var?” sorularının cevabını verebilmelisiniz.

 

Kaynak:  Susanne E. Harrill, Külkedisi Terapide, Kuraldışı Yayıncılık,2006

Evlilik Nedir?

Evlilik, aile yaşantıları ve kültürleri farklı olan iki insanın aynı mekanı, aynı zamanı paylaşmaya başlamasıyla oluşan bir partner ilişkisidir. Evlilik, tüm dünyada olduğu gibi toplumumuzda da var olan en önemli ve en temel kurumlardan biridir. Sağlıklı ve mutlu bir evlilikte olması gereken saygı, sevgi, bağlılık ve güven duygularıdır. Bu duyguların eksilmesiyle veya yara almasıyla birlikte evlilik kurumunda anlaşmazlıklar, çatışmalar ve iletişim problemleri çıkabilmekte ve evlilikler sarsılarak boşanma davalarıyla sonuçlanabilmektedir. Boşanma davalarının artması ve evlilik kurumlarının yıkılması dolayısıyla yeni bir kavram olarak evlilik ve çift terapisi, evlilik danışmanlığı alanları doğmuştur.

Evlilik-Çift Terapisi Nedir?

Çift terapisi; birbirleriyle çatışmada olan iki insanın etkileşimini değiştirmek için düzenlenmiş, çiftin uyumlarını bozan davranış biçimlerini tersine çevirmelerine ya da değiştirmelerine destek olan bir psikoterapi biçimidir. Çift terapisi klinikte karşımıza evlilik terapisi olarak çıkar. Evlilik terapisinin duygusal içeriği daha fazladır, daha derin kişilik ve uyum problemleri olan kişilerle, hastalarla ilgilenir. Evlilik terapisi, evliliği kurtarma terapisi değildir. Evlilikte neyin iyi gidip neyin gitmediğinin anlaşıldığı, ne yapılırsa iyi gidebileceğinin konuşulduğu, bundan sonraki yolun beraber mi yoksa ayrı mı gidileceği konusunda verilen kararın netleştiği yerdir.  Evlilik Terapisi’nin amacı; çiftlerin  aralarındaki  iletişim sorunlarını  çözebilmeleri için kendilerine gerekli becerileri kazandırmaya çalışmak, empati ve uyumu arttırarak evlilik ilişkisini düzenlemek, var olan ilişki problemlerini çözebilmelerine yardımcı olmak ve bu sırada eşlerde görülen davranış bozukluklarını ortadan kaldırmaktır.

Evlilik terapisi, çift olarak sürdürebildiği gibi, çiftlerden birinin terapiye gelmeyi kabul etmediği durumlarda bireysel olarak ta sürdürülebilmektedir. Bireysel Evlilik Terapisi var olmakla birlikte çok tercih edilen bir durum değildir. Çünkü tek başına yapılan evlilik terapisinde dengesizlik olur, evlilik sorunları terapistle paylaşılırken diğer kişi dışarıda kalır ve bu haksızlık yaratabilir.

Evlilikte Tehlike Çanları Ne Zaman Çalmaya Başlar?

Evlilikte birçok önemli sorun vardır. Bunların arasında iletişim eksikliği, sorun çözmede kullanılan hatalı yollar, çocuk yetiştirme konusundaki farklı bakış açıları, akraba ilişkileri, mesleki durumlar, ekonomik sorunlar, cinsel hayattaki yetersizlikler ve uygunsuzluklar sayılabilir. Evlilikte çiftler arasında aldatma ve aldatılmaya dair şüpheler artmışsa, boşanma kelimesi çok sık sarf edilir olmuşsa, sevgi, saygı, güven ve bağlılık duygularında eksilme varsa, çiftler arasında çıkan tartışmalar çok sıklaşmışsa ve sonucunda kavgaya dönüşüyorsa, çiftler birbirlerine artık yeteri kadar zaman ayırmıyorlarsa, cinsel yaşamda uygunsuzluklar ve tatminsizlikler başlamış ise, özel günler hatırlanmaz olmuş ve çiftler birbirlerine iltifat etmiyorlarsa,evlilikte güç ve otorite savaşları başladıysa; o evlilik için tehlike çanları çalmaya başlamış demektir.  Fakat bu durumu düzeltmek elimizdedir, önemli olan değişimi ne yönde istediğimiz ve gerekli olan sorumluluğu alabilmemizdir.

Cinsel  Sorunların Evlilik Sorunları Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

Evlilikte sorunlara yol açan cinsel sorunlar arasında; kadınlarda vajinismus, anorgazmi, cinsel isteksizlik, erkeklerde; erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik sayılabilir. Çiftler arasındaki cinsel sorunlara baktığımızda evlilik sorunlarının bu tür problemlere yol açabildiğini görebildiğimiz gibi, cinsel sorunların da aynı şekilde evlilik-ilişki problemlerine yol açtığını görebiliriz. Cinsel sorunlar evlilik sorunlarının sebebi olabileceği gibi aynı zamanda sonucu da olabilir. Böyle bir durumda cinsel problemleri halledebilmek için öncesinde ilişkisel problemleri çözüme kavuşturmak gerekir. Örneğin; erkek, evlilik ilişkisinde karısının dominant olduğunu görüyor ve bundan rahatsızlık duyuyorsa, eşine içten içe bir düşmanlığı varsa, evlilik içerisinde kendini rahat bir şekilde ifade edemiyorsa ve cinsel tatminin eşi için ne kadar önemli olduğunu biliyor ise, bu erkek karısından intikam almak için boşalmasını geciktirmeyecek bu şekilde hem karısını hemde kendisini bilinçdışı olarak cezalandıracaktır.   İlişkisel sorunların, cinsel sorunları nasıl doğurduğu bu örnekle ifade edilmiştir. Bu problemi çözebilmek için ilk önce çiftler arasındaki ilişki problemine odaklanmak gerekecektir.

Son olarak; evlilik içerisinde çok çeşitli problemlerle karşı karşıya kalınabilir. Önemli olan saygı, sevgi, güven, anlayış ve hoşgörü içerisinde, sorunların çözüm yollarını aramaktır.

Sadece cinselliğin var olduğu veya tam tersi cinselliğin hiç olmadığı ve bu şekilde süren evliliklerin sayısı çok fazladır. Bu tür evlilikler evet vardır, fakat bu genelleme yapılacak bir durum değil, özel bir durumdur. Bu tarz ilişkilerin olduğu evlilikler sağlıklı ve ideal evlilikler değildir ve bu evliliklerde günün birinde çeşitli şekillerde sorunlar ortaya çıkacaktır.

Bu tür evliliklerin neden var olduğu ve nasıl yürüdüğü konusunda tek bir sebep söylemek doğru değildir. Bu tür evliliklerin birçok nedeni olabilir ve incelenmesi gereken birçok nokta vardır. Çiftin ruhsal durumu, kişilik yapılanmaları, ilgi ve ihtiyaçları, çiftin birbiriyle olan etkileşimleri, iletişimleri, birbirleri ile yapmış oldukları sözlü ve yazılı olmayan duygusal ve bilinç dışı anlaşmaları, çiftin orijinal ailelerinden getirdikleri, anne-babalarının evliliklerinde neler gördükleri yani nesiller arası aktarım, evlilikten ne anladıkları, evliliğe nasıl bir anlam yükledikleri ve daha birçok şey birer belirleyici ve sebeptir.

Evlilikte sadece cinsel veya ruhsal olarak değil, her iki alanda da doyum sağlamak gerekir. İdeal ve sağlıklı bir evlilik, duygu ve düşüncelerin paylaşılabildiği, sorumlulukların paylaşılabildiği, ekonomik konular olsun, çocuk varsa çocuklarla ilgili konular olsun tüm bunlarda mutabakata varılabilen evliliklerdir. Bunun yanı sıra güç ve otorite savaşlarının olmadığı, evlilikteki önceliklerin sağlıklı bir şekilde sıralanabildiği, boş zamanların birlikte ve kaliteli bir şekilde geçirilebildiği ve çok önemlidir ki cinselliğin paylaşıldığı evlilikler olmalıdır. Biz bu tür evliliklere ideal ve doyum sağlanabilen evlilikler diyebiliriz.

Evliliğin sağlam temeller üzerine oturabilmesi saygı, sevgi ve güven ayaklarının var olabilmesine bağlıdır. Bu üç temel ayak evliliğin olmazsa olmazlarıdır. Bu ayaklardan bir eksikse eğer, o evlilik sağlam bir temel üzerine inşa edilememiş olacak ve çatırdayarak yıkılacaktır.

Bunun yanı sıra evlilikte bağlılık, yakınlık ve tutku da diğer üç önemli unsurdur. Bağlılık çiftlerin birbirlerine ve evliliklerine olan sadakatleri ile ilgileri verdikleri sözdür.

Yakınlıkla söylemek istediğimiz şey, bir çeşit bağlılık hissi, huzur, eşinin mutluluğunu isteme, ihtiyaç duyduğu zamanlarda yanında olabilme, karşılıklı anlayış, hoşgörü, destek verme, empati duyma vs. olarak tanımlanabilir. Bu duygular ilişkide sıcaklık duymaya yol açan şeylerdir. Bazı insanlar yakınlık kurmakta zorlanabilirler, yukarıda da bahsettiğimiz gibi evliliklerinde cinsellik yaşayabilirler fakat bunun dışında başka türlü paylaşımları ve yakınlık duydukları bir alan yoktur. Kişiler yakınlık kuramıyorlarsa bunun birçok sebebi ve bu kişilerin birçok korkuları olabilir. Örneğin, duygulardan korkulabilir, öfkelerinin ortaya çıkmalarından korkabilirler, kontrolü kaybetme veya kontrol edilme korkusu yaşayabilirler, terk edilme, reddedilme korkuları yaşayabilirler.

Diğer önemli unsurlardan olan tutku, yoğun bir fiziksel uyarılma durumudur. Romantizm, cinsellik, fiziki çekicilik, diğeriyle olma arzusu olarak ta tanımlanabilir. Bu üç öğeden herhangi biri veya ikisi olmazsa o evlilik yürüyebilir, fakat doyum sağlanamayan evlilikler olur ve çeşitli problemler yaşanabilir.

Sadece cinselliğin var olduğu ve ruhsal anlamda bir doyumun sağlanmadığı veya tam tersi olduğu bu tür evlilikler bazı durumlarda sürebilmektedir. Ne olursa olsun, kişi evlilik şemsiyesi altında güvende hissettiği için bu tür bir evliliğe katlanıyor olabilir, yalnız kalmaktan korkuyor olabilir, ekonomik sebeplerden dolayı ayrılamıyor olabilir, kişilik özellikleri buna müsaade etmeyebilir, beraberliğini sürdürmesi çevre baskısından ve kültürel yapıdan kaynaklanıyor olabilir, çocukların varlığı zorlayıcı bşr etken olabilir vb.  Fakat tüm bunlara rağmen, sağlıklı ve ideal bir evliliğe ulaşabilmek için ve tam bir doyum sağlayabilmek için, doğru kararlar alınabilmelidir. Aksi takdirde evlilik içerisinde bulunan çiftler farkında olmadan hem kendine, hem de eşine zarar verebilir.

Mutlu bir evlilik için

Evlilik, yaşantıları ve kültürel yapıları farklı olan iki ayrı bireyin aynı zamanı ve mekanı paylaşmasıyla oluşan bir partner ilişkisidir. Aslında bir bakıma kadın ve erkeğin birlikte yaşamaya dair yaptığı bir anlaşmadır. Evlilik ilişkisinin temelinde saygı, sevgi, güven ve bağlılık duyguları yatar. Evliliğin temelindeki bu duygular ne kadar sağlıklı ve sağlamsa, evlilikte o denli sağlıklı olacaktır.

Bir evlilikte sorunların yaşanması ve tartışmaların olması olağan bir durumdur. Önemli olan bu sürecin nasıl yönetildiği ve sorunların nasıl çözümlendiğidir. Günlük hayatta yaşanan problemler, iş yaşantısındaki sıkıntılar, maddi konular, çocuklarla ilgili konular, köken alınan aileden kaynaklanan sorunlar  vs. bir çok problem çiftler arasında tartışmalara ve sorunlara sebebiyet verir. Bu durumlarla baş edebilmek için dikkat edilmesi gereken hususlar ve uyulması gereken kurallar vardır. Nedir bunlar?

1-Çiftler birbirleriyle düşüncelerini paylaşmalıdırlar, yani konuşmalıdırlar. Biz milletçe düşüncelerimizi paylaşmıyoruz, genellikle akıl okuyoruz.

2-Eşler birbirleriyle duygularını paylaşmalıdırlar. Kişi hissettiği endişelerini, korkularını, üzüntülerini, sevinçlerini, coşkularını eşiyle paylaşmalıdır. Duygular paylaşılmalıdır, duygular paylaşılmadığı zaman dinamit gibi patlar. Özellikle de sevginin sık sık ifade edilmesi ve gösterilmesi çok önemlidir.

3-Ev içinde ve dışındaki sorumluluklar eşler tarafından paylaşılmalıdır. Sorumluluklarla ilgili yükler tek bir eşin omuzuna ağırlık yapmamalıdır. Eğer çocuk varsa , çocuklarla ilgili sorumluluklar da paylaşılmalı ve çocuklarla ilgili meselelerde mutlaka ortaklaşa kararlar verilmelidir.

4-Eşler ekonomik konularda mutlaka mutabakat içerisinde olmalıdırlar. Örneğin, kişi pahalı bir cep telefonunu eşine sormadan alırsa bu kavga nedenidir. Ufak tefek bütçeyi sarsmayacak harcamalarda eşlerin bunu birbiriyle paylaşması şart değildir, fakat bütçeyi sarsabilecek konularda mutlaka fikir alış verişinde olunmalıdır.

5-Eşler birbirlerine karşı hoşgörü ve anlayış içerisinde olmalı, birbirlerine sık sık teşekkür etmeli ve minnettarlık göstermelidirler. Birbirlerine değerli olduklarını hissettirmeli ve göstermelidirler. Örn; birbirlerinin sevdikleri şeyleri yapmak gibi.

6-Bir evlilikte en çok kavga sebeplerinden biri de senin ailen benim ailem meselesidir.  Çünkü kişiler tam olarak kişiliklerini ortaya koyup ta bireyselleşemedikleri için, bağımlı bir yapıya sahip oldukları için, anneler babalar evliliklerin içine girerler ve her şeye müdahale ederler. Sınırlar belli değil ve ilişkiler vıcık vıcıktır. Bu durumda çiftler evlendikten sonra ve çekirdek ailelerini oluşturduktan sonra köken aldıkları ailelerine karşı sınırlarını net olarak çizmeli ve bu sınırların anne babaları tarafından ihlal edilmesine izin vermemelidirler.

7-Evliliklerde cinsellik çok önemli bir konudur. Cinsellik için evliliğin ana sigortasıdır diyebiliriz. Cinsel işlev bozuklukları, evlilik sorunlarının başında gelir. Cinselliğin yaşanamadığı evliliklerde zaman içerisinde eşlerin hiçbir konuda birbirlerine karşı toleransları kalmaz ve evlilik içerisindeki sorunlar kronik hale gelir.

8-Eşinizle sorunlarınızı zamanında konuşarak çözmeye çalışmalısınız, sorunları biriktirmek ve halı altına süpürmek, zamansız patlamalara sebebiyet verir. Eşinizle güç savaşına, haklı haksız yarışına  girmemelisiniz, bu da evliliklerde yapılan en büyük hatalardan biridir.

9-Duvarların boyası kalktığında o duvarı sıvatır ve tekrardan boyatırız, böylelikle duvar yeni gibi olur. Evliliklerin de sıvası kalkabilir, boyası eskiyebilir. Eğer karı-koca boş vakitlerini birlikte ve kaliteli geçirebiliyorsa, eğlenerek, keyif alarak yaşayabiliyorsa evlilikte meydana gelen çatlakları tamir edebilir.

Evlilik sorunlarıyla ilgili farkındalık yaratabilmek için bazı kuralların çok iyi algılanması ve yorumlanması gerekir. Çift olayları yaşarken ayrıntılara boğulur ve kendi duygularını ve yaratmış olduğu sorunları fark edemez. Doğru olan sorunlar büyümeden ve evliliklerde  işin içinden çıkılamayacak durumlar oluşmadan bir evlilik terapistinden yardım almak olmalıdır.

Yakınlık evlilik ve aile yaşamında elzem olan duygulardan biridir. Yakınlık gösterme başka biriyle bir duyguyu paylaşmayı kapsar. Yakınlığın ne olduğuna dair çeşitli tanımlar vardır. Yakınlık bir çeşit bağlılık hissi, huzur, duygusal destek, empati duyma, karşındakini güvenilir bulma, karşılıklı anlayış, paylaşım, dürüstçe iletişim kurabilme şeklinde tanımlanabilir.

Her evlilikte/ilişkide çiftlerin yakınlık tanımları farklı olabilir. Birçok çift yakınlığın ne anlama geldiğini ve ne istediklerini anlasalar dahi yakın olma konusunda birçok sıkıntı çekerler. Yakın olma konusunda eşleri sıkıntıya sokan mesele “yakınlık korkusu” olabilir.  Bazı insanlar yakınlıktan, kendilerini açmaktan korkarlar ve kaçınırlar. Yakınlık korkusunun en önemli iki nedeninin yanı sıra, öfke korkusu, bağımlılık korkusu, kontrolü kaybetme korkusu, bireyselliği kaybetme korkusu gibi kökenini aile meselelerinden alan bir takım psikodinamik nedenleri de vardır.

En önemli iki nedeninden birincisi, kişilerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında ebeveynleri tarafından boğucu ve özgürce hareket edemeyecek kadar çok ilgi görmüş olmalarıdır. Bu durum kişide kontrol edilme ve kontrolü kaybetme korkusunu tetikleyebilir. Ve kontrolü kaybetmek eş tarafından yok edilme duygusu anlamına gelebilir. Yok edilme burada ilişkideki kontrolün kaybolması ve öz kimliğin yavaş yavaş yok olduğu algısını yaratabilir. Bu bireyler kim olduklarını ve ne istediklerini bilmezler ve dengeyi bulmak için bir ileri bir geri hareket etme eğilimi gösterirler. Bu kişiler anlayışın ve saygının olduğu bir aşk ilişkisinde yaşanan duygusal yakınlığın bağımsızlıklarını tehdit etmediklerini yaşantılayabilirlerse sorunları hallolur.

İkinci ve aşılması en zor olan neden ise çocuğun anne babasının ayrılık ya da boşanması sonucunda (çoğunukla da babayı) en yakınlarından birini birdenbire kaybetmesidir. Bu yaralayıcı ve travmatize edici bir durumdur ve kişinin erişkinlik hayatında girmiş olduğu ilişkilerde, duygusal yakınlık gerektiren durumlarda kendisini ilişkinin derinliklerine bırakamamasına sebep olur. Çünkü bir eş ilişkiye duygusal olarak ne kadar yatırım yaparsa, ilişki sonlandığında o kadar çok acı çeker. Anne veya babasını kaybeden ve bu durumla baş etmesine yardım edilmeyen çocuklar ilerideki tüm ilişkilerinde terk edilme korkusu taşırlar. Kayıp yaşantısından dolayı gelişen terk edilme korkusundan ötürü ilişkilerinde bir emniyet mesafesi bırakırlar ve böylelikle yeni bir kayıp yaşamaktan ve aynı acıyı duymaktan kendilerini korumaya çalışırlar. Aslında böyle yaptıklarında tam da kendilerini korumak istedikleri durum başlarına gelir. Çünkü belli bir yakınlıktan öteye geçemedikleri, kendilerini duygusal olarak açamadıkları için ilişkileri de belli bir noktada tıkanıp kalır ilerleyemez, belki de başlamadan biter. Mesela bazı kişiler evliliğin hemen öncesinde, hiçbir açıklama yapılmaksızın birden bire terk edilebilirler. Bunlar hep terk edilme korkusunun sebep olduğu sonuçlardır.

Bağımlılık korkusu yaşayan kişiler de yakın ilişkilerden kaçınırlar. Bu korku duygusal olarak kendine yeterliliğin, bağımsız olmanın kesinlikle çok önemli olduğunu düşünen eşlerde görülür.  Eş diğerine hiç muhtaç olmadığını kanıtlarcasına sürekli diğerinden uzak olma ihtiyacını ortaya koyar, bu eşler duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için birbirlerine dayanmazlar. Evlilikleri her iki tarafın kendi hayatlarını yaşadığı, duygusal bir mesafe gösterir. Bağımlılık korkusu, çoğu zaman erken yaşta ebeveynlerin etkisinden kaynaklanır. Ebeveyn, genellikle de baba, kimseye dayanmadan tek başına hayatta kalabilmenin önemini vurgular. Çocukluk çağlarında bağımlılık korkusuyla yetiştirilen bir çocuk anne babadan çok az hatta hiç destek almadan kendi başına kalmaya zorlanır. Bu çocuklara yardıma gereksinim duyduklarında güçsüz oldukları söylemiştir. Örneklendirmek gerekirse 45 yaşında bir adam karısından hiçbir zaman bir şey istemediğini belirtmiştir. Çünkü bunun bir zayıflık olacağına inanmıştır. En zor zamanlarında bile eşine duygularını açmaktan çekinmiştir.

Öfke korkusu yaşayan çiftler de, yakın ilişkilere girmekten kaçınırlar. Eşler başkalarına duydukları öfkeden korkabilirler. Diğer kişiyle çok fazla yakınlaşmanın düşmanlığı, öfkeyi, saldırganlığı doğurabileceğinden korkabilirler. Bu tür korkuları olan bireyler başkaları ile mesafeyi korurlar.  Öfkenin yakın bir ilişkide kaçınılmaz olduğuna inandıkları için bundan kaçınmanın tek yolunun yakın bir ilişki kurmamak olduğuna karar verirler.

Aslında insanların ihtiyaç duydukları bu duygusal yakınlığı yaşayamamakta ki en büyük engel iletişim eksikliği veya yokluğudur. Kendi istek, arzu ve ihtiyaçlarımızı gözettiğimiz gibi karşı tarafın da istek, arzu ve ihtiyaçlarını gözetebilecek bir iletişim türü yakaladığımızda ihtiyaç duyulan duygusal yakınlık yaşanabilecektir. İlişkilerimizde tüm bunlarla kendimiz baş etmekte güçlük yaşayabilir, ne yapacağımızı bilemediğimiz durumlar söz konusu olabilir. En önemlisi de tüm bunlarla mücadele edebilmemiz için ilk önce kendimizi tanımamız ve keşfetmemiz gerekecektir.  Bu durumda bir uzmandan yardım almak fayda sağlayacaktır.

Bazı evlilikler mutlu bir şekilde sürerken, bazı evlilikler boşanmayla sonuçlanabiliyor. Evliliklerin boşanmaya doğru gitmesinin altında ekonomik nedenlerden daha çok ilişkisel nedenler yatıyor. Ekonomik krizlerden kaynaklı sorunlar çiftler arasında sonuç bulabiliyorken, ilişkisel nedenlerden kaynaklı sorunların çözülmesi daha güç oluyor ve bir uzman yardımı gerektirebiliyor.

Evlilikleri freni patlamış bir araba gibi boşanmaya götüren nedenleri şöyle sıralayabiliriz,

Tartışmalara Sert Bir Şekilde Başlangıç Yapmak

Çiftlerden biri aralarında çıkan tartışmaya direk suçlayarak ve eleştirerek başlayabiliyor ve bu şekilde başlandığında tartışma kavgaya dönüşebiliyor. Tabi bu durumun yaşanması hemen boşanılacağı anlamına gelmiyor, fakat ardından başka yıkıcı adımların atılmasına sebebiyet veriyor.

Partneri Sürekli Eleştirme

İlişki içerisinde partneriniz hakkında bir takım yakınmalarınız mutlaka olacaktır. Fakat yakınmayla eleştiri arasındaki farkı doğru bir şekilde kavramak gerekir. Yakınma belirli bir davranış üzerinde odaklanır, eleştiri ise suçlama ve genel karaktere yönelik saldırıyla durumu daha kötü bir hale sokar.

Aşağılama ve Hor Görme

Eşlerden biri yalnız veya kalabalık ortam gözetmeksizin eşiyle alay eder, başkalarıyla kıyaslar, başarılarını önemsemez, eşine onur kırıcı bir şekilde davranır, başkalarının yanında hakarete varacak şekilde takma adlar takar. Kısacası eşini takdir etmez ve önemsemez. Bu tutumlar kaçınılmaz olarak uzlaşma yerine daha fazla çatışmaya yol açar.

Savunmacı Tavır

Ortada yanlış bir davranış veya yanlış alınmış bir karar vardır. Bu duruma neden olan partner kendini agresif bir şekilde savunmaya geçer, karşı tarafa saldırır ve özür dilemez. Aksine karşı tarafı suçlayarak “sorun bende değil sende “ der. Savunmacılık çatışmayı tırmandırır ve durumu daha da çıkmaza sürükler.

Araya Duvar Örme

Tartışmaların sert başlayıp giderek artan bir hor görmeye ve kendini savunmaya yol açtığı evliliklerde, en sonunda eşlerden biri iletişimi keser. Kişi iletişimi keserek bedenlerinde ki yoğun stresi azaltmaya çalışır ve araya duvar örer. Tartışma esnasında araya duvar ören eş göz kontağını keser, hiç bir şey demeden durur, söylenenleri duysa bile hiç tepki vermez veya bulunduğu yeri terk eder. Diğer eş ise bu durumu bir tepki olarak algılayarak tartışmayı daha da alevlendirir. Bu durumun sıkça yaşanması evliliği boşanmaya götüren nedenlerdendir.

Dolup Taşmak

Eşin olumsuz tavrı, eleştirileri, hor görmeleri vs. karşı tarafın iyice bunalmasına sebebiyet verir ve kişi hem fizyolojik olarak hem de duygusal olarak dolup taşma noktasına gelir. Kişi bu durumla sıkça karşılaşmaya başlayınca kendini korumak adına araya duvar örerek kendisini duygusal olarak ilişkiden kopartmış olur. Bu durumun sıkça yaşanması da boşanmalara sebebiyet verir.

 

Başarısız Onarma Girişimleri

Tartışma esnasında veya sonrasında çiftlerin durumu telafi edebilecek bir özürde bulunmamaları veya af dilememeleri evliliği boşanmaya götüren nedenler arasındadır. Oysa ki tartışma esnasında frene basmak veya sonrasında telafi edici girişimlerde bulunmak evlilikleri kurtarır.

Sorumlulukları Paylaşmamak

Zaman içerisinde eşlerden birinin kendisinden beklenen sorumluluklarını yerine getirmemesi evlilik içerisinde güvensizliğe ve huzursuzluğa neden olur. Sorumlulukların yerine getirilmemesi kuşkusuz ki bir boşanma nedenidir.

Sorunları Görmezden Gelmek ve Biriktirmek

Bazı çiftler sorunlarını anında konuşmak yerine görmezden gelmeyi, sorunu halının altına itmeyi tercih ediyorlar. Konuşulmayan bu sorunlar gittikçe birikiyor ve sonrasında en ufak bir tartışmada ortaya çıkarak daha büyük kavgaların yaşanmasına sebebiyet veriyor. Bu durumların da sıkça yaşanması boşanmalara sebebiyet veriyor.

Eski Defterleri Açmak

Kötü giden evliliklerde boşanmaya sebebiyet veren nedenlerden biri de geçmişte yaşanan olumsuzlukların hatırlanarak tekrar gündeme getirilmesidir. Bu durum çiftlerin tartışmaları esnasında sıkça yaşanıyor ve eski defterler yeniden açılarak “sen şöyle yapmıştın” diye cümleler sarf ediliyor. Sarf edilen bu cümleler tartışmaların daha da alevlenmesine sebebiyet vererek evliliği boşanma noktalarına sürükleyebiliyor.

Duygusal Kopukluk

Eşlerin birbirlerinden duygusal olarak kopmaları, birbirleriyle bir şey paylaşmamaları, birlikte vakit geçirmemeleri, aynı ev içerisinde birbirine koşut yaşamlar sürdürmeleri anlamına gelir. Bu aşamaya gelindiğinde taraflardan birinin veya ikisinin de evlilik dışı ilişkilerine rastlanabilir. Duygusal kopukluk boşanmanın en önemli göstergelerinden birisidir.

PEKİ, BU DURUMDA NE YAPMAK GEREKİR?

Evlilik ilişkisi bir kere bozulmaya başladı mı gerekli olan önlemler, ilişkinin daha da kötüleşmesini beklemeden hemen alınmalıdır. Çiftler çoğunlukla evlilikleri konusunda yardım aramaya, ilişkileri iyice çıkmaza girdikten sonra başlarlar ve bu durumda bazen her şey için geç kalınmış olabilir.  Çiftler ilişkilerinde bazı şeylerin yolunda gitmediğini gördüklerinde ve bu durum karşısında çözümsüz kaldıklarında mutlaka bir evlilik terapistinden, evlilik terapisi veya evlilik danışmanlığı gibi profesyonel destek almalıdırlar.

Evlilik aile yaşantıları ve kültürleri farklı olan iki insanın aynı mekanı, aynı zamanı paylaşmaya başlamasıyla oluşan bir partner ilişkisidir. Sağlıklı ve mutlu bir evlilikte olması gereken 4 temel şey; SAYGI-SEVGİ-GÜVEN-BAĞLILIKTIR. Bu duyguların eksilmesiyle veya yara almasıyla birlikte evlilik kurumunda anlaşmazlıklar, çatışmalar ve iletişim problemleri çıkabilmektedir. Bu da evliliklerin sarsılmasına ve boşanmalara sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla evliliklerin bozulmasına, evlilikte sorunlar yaşanmasına sadece çocuğun doğumu sebebiyet vermez, çocuğun olmasıyla bozulan evliliklerde, zaten ters giden şeyler vardır, bununla birlikte çocuğun doğumu ile yaşanan değişimlere ayak uyduramamak aslında evlilikleri çıkmaza sürükler.

Evli çiftlerin çocuk sahibi olmasıyla yaşayacakları, duygusal tatmin ve güzellikler tartışılmayacak kadar çoktur, belki de hayatın en muhteşem yaşantılarından biridir. Bir yandan da yeni bir bireyin aileye katılması, evli çiftlerin hayatına öyle çok sorumluluk, kaygı, korku, yorgunluk ve karmaşa getirir ki tüm bu değişimlere alışmak ve bunlarla baş etmeyi öğrenmek uzun bir zaman alır. Evlilik yaşantısı da bu değişimlerden nasibini alır. Kimi çift bu değişimleri fark edip bize neler oluyor der, kendilerini ve evliliklerini sorgularlar, kimileri de bir farkındalık yaşayamadan birbirlerinden uzaklaşırlar. Aslında evli çiftlerin hayatı daha hamilelik ile birlikte değişmeye başlar. Hamilelik esnasında anne adayı birçok duygusal ve fiziksel değişim yaşar, her iki eş için de birtakım sıkıntılar ve stresli zamanlar yaşanır. Tüm bunlar eşler arasında iletişim problemlerine sebebiyet verebilir. Bebek doğduktan sonra hem kadın hem de erkek için hayat daha da zorlaşır. Artan ev işleri ve sorumluluklar ile birlikte yoğun, yorucu, stresli günler ve uykusuz geceler başlar. Bunun yanı sıra bebeğin aileye katılmasıyla birlikte, kutlamaya gelenler, bebeğin nasıl bakılacağı ile ilgili bilgilerini paylaşmaya gelenlerle ev dolar taşar ve çiftlerin birbirlerini görmeye sohbet etmeye, hal hatır sormaya vakitleri kalmaz.

Çiftler yaşamlarının, eşlerinin, evliliklerinin önceki hallerine özlem duyabilirler. Bize neler oluyor? Sorgulamaları yapılmaya başlanır.

Bu dönemde normal olarak kadının eşine olan ilgisinde azalmalar olur, bu durumun uzun sürmesi halinde de erkekler eşlerinden ve çocuklarından uzaklaşabilir. Kadının annelik rolünde kaybolması, kadınlığını unutması, evliliğine ve kendisine yeterli özeni gösteremiyor olması evliliklerde geri dönülmez yollara girilmesine sebebiyet verebilir.

Doğumu takip eden ilk iki yıl kritiktir. Bu dönemde karı-koca arasında anlaşmazlıklar ve tartışmalar sıklıkla tekrar edebilir. Önemli olan bu tartışmaların ve bu sıkıntılı sürecin nasıl yönetildiği, tüm olanlarla nasıl başa çıkıldığıdır. Bunlar evliliğin sağlıklı işleyişi ve çocuğun duygusal gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çünkü eşlerin evliliklerinden sağladıkları tatmin düzeyi ve buradan duygusal olarak beslenebilmeleri, çocuklarına gösterecekleri sevgi düzeyini de etkiler.

PEKİ NELER YAPILMALIDIR?

Gün içerisinde 15 dakika bile olsa, eşinizle çocuğunuz dışında ki konularda sohbet etmeye çalışın. Unutmayın ki çocukların sağlıklı bir ruhsal gelişimi için bir anneye olduğu kadar, bir babaya ve iyi bir karı-koca ilişkisi görmeye de ihtiyaçları vardır.

Eşinizle çocuğunuzun sorumluluklarını paylaşın, eşinizin de çocuğun bakımında yer almasına özen gösterin. Her şeyi tek başınıza halletmeye, mükemmel anne olmaya çalışmayın. Örn; siz çocuğun altını değiştirirken, babasından da mama yapmasını isteyebilirsiniz. Çocuğunuzu beraber yıkayın, beraber giydirin vs. Anneler gibi babaların da duygusal olarak çocuklarına bağlanabilmeleri için, çocuklarını tanıyabilmeler için, çocuklarıyla vakit geçirmeye ihtiyaçları vardır. Babalara da çocuklarıyla vakit geçirebilmeleri için fırsat verin. Eşinizin çocuk bakımında yapacağı hatalarla ilgili anlayışlı olun.

Bebek doğduktan sonra kadın ve erkek farklı kaygılar içerisinde olur. Birbirinizle yaşadığınız kaygı ve korkuları, hissettiklerinizi açıklıkla paylaşın. Anlaşılmadığınızı düşünmekten ziyade, kendiniz anlatamadığınız ve ifade edemediğinizi düşünün. Eşinizin sizin aklınızı okumasını beklemeyin ve siz de eşinizin aklını okumaya çalışmayın.

Önceden birlikte yapmış olduğunuz alışkanlıklarınıza, aktivitelerinize sahip çıkmaya çalışın. Örneğin, eşinizle yürüyüşe çıkmak, yemek yemek, sinemaya gitmek gibi etkinliklerinizi gerçekten terk etmek zorunda mısınız? Etrafınızda ara sıra çocuğunuza bakabilecek birileri belki bulunabilir.

Bebek sonrasında kadınlar uykusuzluk ve yorgunluk sebebiyle cinsel ilişki için yorgun düşebilirler. Bunun yanı sıra, yaşadıkları fiziksel değişimler yüzünden de cinsel ilişki için isteksizleşebilirler. Bazen kadınlar, anne olduktan sonra, kadınlık ihtiyaçları ve arzuları hissetmenin suçluluğunu yaşarlar. Bu geçmişten gelen öğretilerle ilgili olabilir. Bunun farkında olmak işe yarayabilir. Belki hamilelikte yaşadıkları veya doğum sonrası eşleriyle yaşadıkları bir takım sıkıntılardan ötürü veya eşin artan sorumluluklara yardımcı olmaması dolayısıyla ona karşı yaşadıkları öfkeden ötürü cinsel isteksizlikler yaşayabilirler. Bu sebepleri çeşitlendirmek zor değildir. Ama unutulmamalıdır ki cinsellik evliliğin ana sigortasıdır. Sorun her neyse bulunup, çözülmesi yoluna gidilmelidir.

Çocuğun bakımı ile ilgili yardım almak anneye iyi gelecektir. Aldığınız bu yardım sizin kendinize vakit ayırmanıza olanak tanıyacaktır. Kendinize ayırdığınız bu vakit, sizi mutlu edecek ve bu mutluluk bebeğinize ve evliliğinize daha güzel yatırımlar yapmanızı sağlayacaktır.

Annelik kadınlık şemsiyesi altındadır. Kadın-erkek olmak, anne-baba olmak, karı-koca olmak arasında ki dengeyi iyi kurmak gerekir.

Bir evliliğin sağlıklı gidişatı için eşler arasında düşüncelerin, duyguların, sorumlulukların paylaşılması, çocuklarla ilgili konularda mutabakata varılması çok önemlidir.

BİR DE ŞU PENCEREDEN BAKALIM;

Evliliğin kurulmasından itibaren eşler arasında yaşanmaya başlanan ve çözülemeyen iletişimsizlik, ilgisizlik, yaşamlarındaki önceliklerinde farklılıklar, köken alınan aileler, çocukların yetiştirilmesi ve onlarla kurulan ilişkiler, maddiyat, cinsellik, sosyal çevre, aile içerisinde ki roller gibi, normalde çözümlerinin rahatça bulunabileceği bu sıkıntıların; devamlı gündeme gelmesi, çözümlerinin bir türlü bulunamaması, karı-koca arasında paylaşılamayan, açıklıkla konuşulamayan, derinde var olan sorunlara işaret eder.

Kadın ya da erkek, ilişkisinde onu sıkıntıya sokan yakınlık/uzaklık, güven/güvensizlik, değer/değersizlik, tatmin/tatminsizlik, kontrol etme/kontrol edilme, birliktelik/yalnızlık, yeterli/yetersiz görülme, güçlü/güçsüz hissetme, beğenme/beğenilmeme gibi konuları birbirine açamaz. Bunları açmaktansa eşiyle arasındaki sıkıntılarını, kaygılarını görünen sorunlar üzerinden paylaşır. Bu konular konuşulurken gerçek duyguların üstü örtülür ve “olaylar” konuşulmaya başlanır. Çocuklarda bu olaylardan biridir. Kavgaların asıl altta yatan nedenleri başkayken, kavgalar çocuklar üzerinden yapılır aslında.

Normal şartlarda çocuklarla ilgili konularda zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanabilir ve bu durum çok doğaldır. Karı-kocaların sağlıklı ve tatminkâr bir ilişkileri varsa, farklı şekillerde anne/babalık yapacaklarını bilirler; farklılıklara anlayış gösterirler; eşlerine ve eşleri tarafından uygulanan anne-babalığa saygı duyarlar. Çocuğun iyiliği için alınacak kararlarda, değiştirilmesi gereken yaklaşım ve yöntemlerde işbirliği yapabilirler. Tartışsalar da, bazı yerlerde uyuşamasalar da, çocuğun iyiliği söz konusu olduğunda fikir birliğine varabilirler.

Diğer yandan, çocuklarla ilgili sık ve çözümsüz tartışmalar karı-kocanın ilişkisinde altta yatan gerçek problemlerin üstünü örtmeye yarar.  Karı-koca arasında yaşanan “nasıl anne-baba olunmalı”, “çocuk nasıl yetiştirilmeli”, “çocukla nasıl ilişki kurulmalı”, “çocuğa nasıl yaklaşmalı”, “çocuğa nasıl davranmalı” gibi konularda yaşanan tartışmaların çoğunlukla çocuklarla, çocuk yetiştirmedeki farklılıklarla hiç ilgisi olmaz.

Çocuklar ve çocuk yetiştirme karı-koca arasında problem haline geldiğinde aile içinde en çok şu kalıpları görürüz:

1. “Senin Çocuğun?” Kavgası: Sorunlu ilişkiler yaşayan karı-kocaların bir kısmı çocuklarıyla ilgili ortak bir hayali paylaşırlar. Çocuklarından benzer şeyleri beklerler. Çocuk onların hayalini gerçekleştirdiği, beklentileri karşılayabildiği sürece her şey yolunda gider. Ancak, herhangi bir nedenden dolayı çocukları anne-babasının beklentilerini karşılayamazsa, bu karı-kocalar evliliklerindeki problemleri çocuk üzerinden tartışmaya başlarlar. Genellikle de çocuklarının beklentilerini karşılayamamasının sorumluluğunu eşlerine yükleyerek, onları suçlamaya başlarlar. Bu karı-kocaların arasında “bu çocuk senin yüzünden böyle oldu”, “çocuk aynı sana/senin ailene benzedi”, “sen şöyle davransaydın, bu çocuk da böyle olmazdı” gibi suçlamalar duyulmaya başlanır. Doğaları gereği bu tartışmaların bir çözümü bulunamaz.

2. “Saçını Süpürge Eden Ebeveyn” Kavgası: Problemli evlilikleri olan karı-kocalardan bazılarında eşlerden biri, eşinden yeterli yakınlığı göremez. Evlilik ilişkisinden yeterli duygusal tatmini bulamaz, bu ilişkiden beslenemez, eşinin uzaklığından rahatsız olur. Bu kişinin eşiyle ilişkisine dair endişesi çok yüksektir. Genellikle kocasıyla ilişkisinde yaşadığı yetersizlik ve yalnızlık,  duygularını bastırmak, duygusal tatmin arayışını çocuğuyla gidermek isteyen  kadınlarda görürüz bu kalıbı. Anne çocuğa fazlaca yaklaşır, çocukla ilgili konularda fazlasıyla sorumluluk alır, çocuğun hayatına fazlaca girer. Çocuğuyla ilgili konular hayatının merkezindedir. Çocuğun her tavrını, her davranışını gereksiz yere fazlasıyla detaylı inceler. Annesinin kaygısını hisseden çocuk da, annesini rahatlatabilmek için annesine fazlaca yaklaşır; hayatını annesini memnun etmek üzere yaşamaya başlar. Babasından gittikçe uzaklaşır ve annesinin mutsuzluğundan babasını sorumlu tutmaya başlar. Anne bir yandan çocuğuyla yakınlığında duygusal ihtiyaçlarını doyururken, diğer yandan evliliğindeki sorunlardan kaynaklanan stresini azaltır. Bu arada eşlerinin babalık yapma şeklini, çoğunlukla da çocuğun yanında eleştirmeye başlar. Eşini uzak olmakla, çocuğa karşı ilgisiz olmakla, yetersiz kalmakla, sorumsuzlukla suçlarlar. Aslında çocukla ilgili bu yakınmalarının altında yalnız bırakıldığını, tatmin olmadığını, eşinin kendisini reddettiğini anlatmaya çalışır.   Bu ilişki kalıbında nadiren de olsa “saçını süpürge eden ebeveyn” babadır. Evlilik ilişkisi yetişkinlerin dünyasına aittir ve çocuklar buradaki sorunları anlayamazlar. Bu tip kavgalarda çocuğun anne-babasının ilişkisinden doğan kaygısı arttıkça, çocukta problemler ve çeşitli psikosomatik hastalıklar görülmeye başlanır

3.“Sorumsuz Ebeveyn” Kavgası: Çocuğuyla yakınlaşarak evliliğindeki problemlerin üstünü örten ebeveynin çocuğuyla ilişkisi öyle yakın ve iç içedir ki, diğer ebeveyne çocukla ilişki kurabilmesi için yer kalmaz; anne/çocuk ya da baba/çocuk ilişkisi içine girmeyi başaramaz. Bazen de evliliğindeki sorunları görmemek için evinden, ailesinden, çocuğundan uzaklaşmaya başlar. Bu noktada evliliğinde yaşadığı sıkıntıyı işiyle, arkadaşlarıyla, bir sevgiliyle, başka uğraşlarla ya da davranışlarla gidermeye çalışır. Bu kalıbın içine daha çok erkekler girmekte ve “sorumsuz baba” olarak görülmektedirler. Bu babalar çocuklarında gördükleri her sorunun kaynağını eşleri gibi yaşarlar. Çocuklarının tavır ve davranışlarını, kişilik ilişkilerini eşlerine ve eşlerinin ailesine benzetmeye başlarlar. Neticede çocuklarıyla aralarındaki mesafe gittikçe fazlalaşır. Çocuk bir ebeveyninden (genellikle de babasından) mahrum kalır. Bir yandan mahrum kaldığı ebeveynini aileye geri kazandırabilmek, diğer yandan anne-babasını birbirine yaklaştırmak isteyen çocukta sıklıkla problemler görülür. Çocuktaki problemi çözmek için karı-koca ortaklık yaparlar ve çocuklarındaki problemler için doktorlara ya da terapistlere başvururlar. Karı-koca arasındaki sorunu kabul etmediği sürece çocuklardaki problemler nadiren çözülür.

Sağlıklı bir karı-kocalık ilişkisi olan ailelerde çocuk hem annesiyle hem de babasıyla farklı ve özel bir ilişki kurar. Diğer yandan sağlıklı ilişkilerin yaşandığı ailelerde, karı-kocalık ile anne-babalık birbirinden ayrı tutulur. Karı-kocalar, karı-koca oluşlarını, çocuklarıyla kurdukları ilişkilerinden ayrı tutabilirler. Bu ailelerde karı-kocalar, anne-babalık işlevlerini ve görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmek için evliliklerini duygusal olarak besler; karı-kocalık ilişkilerini tatminkar tutmayı sağlamanın, birbirleriyle özel ve yakın bir ilişki kurabilmelerinin yollarını bulurlar. Buna rağmen, karı-kocalık ilişkilerinin bitirme kararı alsalar dahi evliliklerindeki olumsuzlukları çocuklarına ve anne-baba oluşlarına yansıtmamayı başarırlar. Her halükarda bilirler ki, karı-kocalıkları bitse bile, çocukları için anne-babalıkları devam edecektir.

Tüm çabalamalarınıza rağmen halen daha ters giden bir şeyler seziyor ve üstesinden gelemiyorsanız bireysel olarak veya çift olarak bir evlilik terapistinden mutlaka yardım alın.

Mutsuz giden, zarar görülen bir evlilik neden bitirilemez?  Bir insan kocasından, karısından, sevgilisinden neden ayrılamaz? Etrafımızda sıklıkla duyduğumuz, gördüğümüz bir durumdur aslında. Kadın/erkek fiziksel veya duygusal olarak şiddet görüyordur ayrılamıyordur, aldatılıyordur ayrılamıyordur. Aslında başka bir yerlerde, başka hayatların hayallerini kuruyorlardır. Fakat buna rağmen ayrılık fikrini ciddi olarak düşündüklerinde elleri buz kesiyor, kalpleri deli gibi çarpıyor, içlerini tarifsiz bir korku kaplıyordur. Tam da ayrılığı konuşmaya karar vermişken birden ilişkilerinin aslında çokta kötü olmadığını, belki bir şans daha vermek gerektiğini düşünüyorlardır. Aslında ilişkide yaşanacak bir şey, konuşulacak bir konu kalmamıştır. Çiftler aynı ev içerisinde farklı yerlerde oturup, farklı şeylerle uğraşıyor ve birbirlerine öfke duyuyorlardır.

Bir çocuk hayatının ilk 4-5 yılında ebeveynleriyle olan ilişkisinde, korku duyulan, zarar veren davranış biçimlerinin yaşandığı, sevgi ve ilgi eksikliği yaşadığı, temel gereksinimlerinin karşılanmadığı, yoksunluklarla dolu deneyimler yaşadıysa bu durum çocuğun normal bir şekilde gelişimini engelleyecek bir takım bozuklukların ortaya çıkmasına sebep olur. Çünkü erken dönemde olumsuz ilişki deneyimlerinin yaşanması travmatize edici olabilir ve bu da bazı ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasına sebep olur. Bu ruhsal bozuklukların ortak noktası çocuğun ebeveynlerine güvenli olmayan bir bağlanma geliştirmiş olması ve bunun sonucunda da ortaya çıkan terk edilme korkusudur.

Ebeveynler çocuklarıyla güven verici bir temel üzerine ilişkilerini oturtamazlarsa ve çocuklarının gereksinimlerini gideremezlerse bu çocuk için endişe verici ve güvenli olmayan bir bağlanmanın oluşmasına sebep olur. Güvenli olmayan bu bağlanmada, kişinin yetişkinlikte yaşayacağı ayrılma ve terk edilme korkularını yaşamalarına sebebiyet verir. Bir çocuğun yaşantısının ve davranışlarının normal gelişim çizgisi şu şekilde olmalıdır. Ebeveynle kurulan güvenli bir bağlanma ve bu bağlanmanın adım adım çözülerek çocuğun yavaş yavaş bireyleşmesi ve bağımsızlığa yavaş yavaş erişilmesi doğrultusunda olmalıdır.

Güvenli olmayan bir bağlanma sonucunda , kişi erişkinlik hayatında gerçek veya hayali bir ayrılıkla karşılaştığında kaybetme korkusu veya terk edilme dehşeti yaşar. Kişi bayılacakmış gibi olur, kalbi çarpar, nefesi daralır, eli ayağı titrer, ne yaptığını bilemez bir hale gelir. Bunun sebebi çocuklukta yaşanan deneyimlerde yatar. Kişinin daha ilk yıllarıyla ilgili anıları yoktur. Çocuğun o zaman hissettiklerini söze dökme gibi bir becerisi henüz gelişmemiştir. Bu nedenle çocukların o zamanlar yaşadığı terk edilme korkuları belleklerine duygu olarak depolanır. Erişkinlik hayatında bir olayla karşılaştıklarında, belleklerine depolanan bu duyguları anımsar ama bunların neden kaynaklandığına dair somut bir şey hatırlayamazlar. Erişkin hayatında yaşadıkları olay sadece o zaman depolanmış olan dehşet ve korku duygularının ortaya çıkmasına neden olur, fakat buna sebep olan geçmişteki olayın ne olduğunu anlayamazlar. Bu yüzden birliktelik yaşadıkları kişiden ayrılma olasılığının her ortaya çıktığı an, eskiye dair yaşadıkları travmayla ilgili duygularını canlandırır ve dolayısıyla  kaybetme korkusu, terk edilme paniği, aciziyet duygusu, çaresizlik gibi duyguları abartılı bir şekilde yaşamasına sebebiyet verir.  Kişi bu duyguların tekrar ortaya çıkmasından korktuğu için ilişkilerine bitmişte olsa son vermek istemez  ve yaşadıkları tüm mutsuzluklara rağmen ilişkilerini sürdürmek için ellerinden gelen her şeyi yapar. Hayatında güvenli olan bir bağlanmayı yaşamamış olan bu bireyler birlikte olduğu kişi ve yaşadığı ilişkiye haddinden fazla değer verirler. Şimdiye kadar yaşayamamış oldukları ve hayalini kurdukları ilişki, bedeli her ne olursa olsun yaşanacaktır. Bunun arkasında ebeveynleriyle yaşanamadan kalan, güvende olma hissinin olmadığı, doyum, takdir, ilgi, şefkat, kabul görme gibi duyguların yaşanamadığı, yakınlık ve sevgi gereksinimlerinin karşılanamadığı bir ilişki yatıyordur.  Bunları yaşayamamış olan birey, erişkinlik hayatında birlikte olduğu sevgili veya eşe haddinden fazla değer verecek ve ne olursa olsun, mutsuz bir ilişkiden dahi kopmak istemeyecektir. Çünkü bu kişiler için ayrılık demek en önemli tatmin kaynağının ortadan kalkması demektir.

Bunun yanı sıra çocuğuna kendini ifade etme olanağı tanımayan, kendisinden ayrılıp birey olma izni vermeyen, aslında çok seven fakat sevgisiyle çocuğun soluk almasına izin vermeyecek kadar çocuğu boğan, kendisinin karşılanmamış gereksinimlerini karşılayacak kişi olarak çocuğunu gören bir ebeveyn-çocuk ilişkisinin yaşanması ve çocuğunda güven duygusunun gelişmesine izin verilmemesi de kişide kendi olmaktan korktuğu, sığındığı limandan ne olursa olsun bilinmezliğe açılmak istemeyecek bağımlı bir kişilik yapısına sebebiyet verecektir. Bu yapıya sahip olan bireylerde birlikte oldukları ilişki içerisinden, kendilerini emniyette hissettikleri için başka bir limana her ne olursa olsun açılmak istemeyeceklerdir.

Ergenlik döneminde çocukların en büyük ihtiyacı aileden uzaklaşmak ve kendi kimliğinin sınırlarını çizmeye çalışmaktır. Ama bu durum bizim toplumumuzda kabul edilebilecek bir durum değildir. Aile böyle bir durumla karşılaştığında, bu durumu makul karşılamak yerine nerede bir hata yaptığını sorgulamaya başlamaktadır. Bu da bağımlı bir kişiliğin adımlarındandır.

Bazı aileler içinse dış dünya tehlikelidir. Birlikte iç içe yaşamak, her şeyi kendi aralarında kurdukları bir dünya üzerinde halletmeye çalışmak onlar için güvenlidir. Fakat bilmezler ki bu durum yetiştirdikleri çocuğu dış dünyaya karşı güvensiz kılacak ve bu çocuğun yetişkinlik hayatında ailesine patolojik bir bağımlılık geliştirmesine sebep olacaktır.

Bunun yanı sıra bir başka yaşam ise, anne-baba sevgi üzerine kurulu bir ilişki yaşamıyordur veya baba kendi dünyasını dışarıda kurmuştur veya baba eşinin hayatından zamansızca çekip gitmiştir. Bu durumda anne evin içinde çocuklarıyla kalmıştır ve kendi yalnızlığını, gereksinimlerini çocuklarıyla karşılamaya çalışmaktadır, özelliklede erkek çocuğuyla.  Anne oğlunu kocasının yerine ikame edecek, tüm sorunlarını onunla konuşacak, kahvaltısını onunla edecek, akşam yemeğini onunla yiyecek, eşiyle ilgili sıkıntıları unutup oğluyla paylaşacaktır. Çocukları büyüdükçe endişeleri artacak ve özellikle oğlunun hayatına kızların girmesine çok ta hoşnut olmayacaktır.

Tüm bu yazılanları düşünürsek böyle geçmişleri olan bireylerin ne kadar mutsuz olurlarsa olsunlar ilişkilerini bitirebilmeleri çok zordur. Çünkü çocukluktan beri yaşadıkları bütün olumsuz yaşantıları kişinin adım adım peşindedir. Güvenli olmayan bağlanma yaşamış bireyler, bu yaşanamamış veya eksik kalmış ilişkinin hayalini ve özlemini kurdukları için, mutsuz ilişkilerinden ayrılamazlarken, ebeveynleriyle bağımlı ve içi içe ilişkiler yaşamış olan bireyler de, kendilerini güvensiz ve tedirgin hissettikleri, ayrışmalarına müsaade edilmediği için ve dolayısıyla yalnız kalmaktan korktukları için ne olursa olsun mutsuz oldukları bir ilişkiden kopamazlar tıpkı anne-babalarından ayrılamadıkları gibi…

Bazı insanlar terk edilecekleriyle ilgili daha fazla kaygı ve endişe içerisinde olurlar. Sevgililerinin veya eşlerinin onları terk edeceklerinden, sevdikleri birine bir şey olacağından çok fazla derecede kaygı duyarlar. Sürekli olarak bu korku ile yaşarlar sevdikleri kişiye bir şekilde ulaşamadıklarında veya haber alamadıklarında bu korkularının gerçek olduğuna kanaat getirirler. Hayali veya gerçek bir terk edilme tehdidi algıladıklarında, karşı tarafa sıkı sıkıya yapışırlar, aşırı derecede kıskanç ve kontrolcü olurlar, eşlerinin/sevgililerinin telefonlarını cüzdanlarını vs karıştırırlar, kimi tehlikeli görüyorlarsa onunla rekabet etmeye girişirler. Kısacası terk edilmemek için ne gerekiyorsa yaparlar buna kendilerini öldürecekleri tehdidi de dahildir.

Terk edilme korkusunu fazlasıyla yaşayan bu kişilerin bu durumla başa çıkabilmek için geliştirdikleri bir takım başa çıkma stratejileri vardır.

Terk edilme korkusunu fazlaca yaşayan bazı insanlar, yüzeysel ilişkiler kurmayı tercih ederler. Tek gecelik ilişkileri tercih ederler veya biriyle yakınlaşma içerisine girdiklerinde durup dururken ya bir kavga çıkararak, ya da karşısındaki kişinin bir kusurunu bularak onu terk ederler. Böylelikle kendilerinin terk edilme olasılığını ortadan kaldırmış olurlar.

Terk edilme korkusu yaşayan bazı insanlar ise, kendilerine eş veya sevgili olarak onları terk etme olasılıkları yüksek kişileri seçerler. Etrafımızda çokça rastladığımız örnekleri vardır aslında. Güvenilmez ve her an onları terk edebilecek kapasitede kişilere aşık olmuş kişiler görürüz sıklıkla ve anlamlandırmakta zorluk çekeriz hatta. Bu kadın/adam nasıl olmuşta bu kişiyi seçmiş deriz kendi kendimize.

Bu korkuyu yaşayan diğer bir kısım ise, ilişkilerinde esaret altına girmeyi, karşı tarafa bağımlı olmayı tercih eder. Karşı taraf ne isterse yapar, boyun eğer, alttan alır, kendi fikirleri yoktur, devamlı veren taraftır. Bu şekilde kendisini terk edilmekten korumuş olur. Fakat bir süre sonra ilişki içerisinde devamlı veren taraf olmak o ilişkinin bitmesine eninde sonunda sebebiyet verir.

Bu korkuyu yaşayan insanlardan bazıları ise karşı tarafı kendisine bağımlı kılmaya çalışır. Sevgiliyi/eşi hakimiyeti altına almayı tercih eder, karşı tarafı aşağılar, küçümser, eleştirir ve ona kendisi olmadan bir şey yapamayacağına, bir işe yaramayacağına dair yüklemeler yapar.  Böylelikle yine kendisini terk edilmekten korumaya çalışır. Fakat böyle bir ilişki içerisinde yine eninde sonunda terk edilme durumuyla karşı karşıya kalırlar, çünkü karşı taraf bir süre sonra bu durumdan sıkılır ve gider.

Peki terk edilme korkusunu neden yaşarız ve daha çok kimler bu durumla karşı karşıya kalır? Çocukluğunda ebeveynleriyle güvenli bağlanma yaşayamayan kişilerde daha fazla görülen bir durumdur terk edilme korkusu. Çocukluklarında anne-babaları boşanmış olan ve ebeveynlerden birinin çocuğuyla olan ilişkisini asgari düzeye indirdiği veya hiç görüşmediği bir durum söz konusu olduğunda, terk edilme korkusu kişinin peşini yetişkinlik hayatı boyunca bırakmayacaktır. Bunun yanı sıra çocuk evde devamlı anne-babanın sık sık kavga ettiği bir ortamda yetiştiyse veya ebeveynlerinden biri öldüyse bu çocuklarda terk edilme korkusu oluşacak ve yetişkinlik hayatında da bir gölge gibi kendisini takip ederek ilişkilerinde yukarıda bahsedilen şekliyle kendisini gösterecektir.

Terk edilme korkusu kişinin ilişkilerine zarar veriyorsa, kişi bu korku nedeniyle devamlı endişeli ve kaygılı bir şekilde yaşıyorsa, bu durum patolojik bir hal almış demektir. Böyle bir durumda bir uzmandan yardım almak sağlıklı bir ruhsal yaşantı ve sağlıklı ilişkiler kurmak adına en doğrusu olacaktır.

Evliliklerde Çatışma Çözme

Çatışma aslında her yakın ilişkide olduğu gibi evliliklerde de kaçınılmazdır. Bazı çiftler çatışmalarını açık bir şekilde ve doğrudan ortaya koyarken, bazı çiftler ise çatışma çıkmaması adına sorunlarını bastırmaya ve inkar etmeye çalışırlar veya dolaylı olarak göstermeye çalışırlar.
Eşler evliliklerinde bir çok konu üzerine çatışma yaşayabilirler. Eşlerin birbirinden ve evlilikten beklentilerinin farklı olması, iletişim problemleri, eşlerin ihtiyaçları, istekleri, arzuları, maddi konular, cinsellikle ilgili konular, aile meseleleri ve daha bir çok konu çatışma yaşanan konular arasında sayılabilir.
Evliliklerde çatışmaların olup olmamasından ziyade, çatışmaların nasıl yönetildiği ve bu çatışmayla nasıl başa çıkıldığı önemlidir. Evliliklerinde ki çatışmaları sağlıklı bir şekilde çözen çiftler, evliliklerinden daha fazla doyum sağlayabilirler, bu evliliğin daha da güçlenmesine olanak sağlayabilir. Bu yüzden evliliklerde bir miktar çatışmanın olması aslında normaldir. Bazı çiftler vardır ki, evliliklerinde anlaşmazlıkların olmaması gerektiğini düşünürler. Çünkü çatışma onların zihninde ciddi bir hata yaptıklarının ve başarısız olduklarının göstergesi olabilir. Bu yüzden de çiftler birbirlerine olduğu gibi görünmekten kaçınarak, bir takım maskeler takmayı tercih ediyor olabilirler. Dolayısıyla bu tür evlilikler çatışmaların yaşandığı evliliklerden daha sağlıksız ve tehlikelidir.
Çatışmaların altında kimi zaman kazanılan ve belirlenen bir takım beceri ve yöntemlerle çözülebilecek meseleler yatarken, kimi zaman da kökeni daha derinde olan, bireyin kendi iç ruhsal meselelerinden, geçmişteki yaşantılarından ve nesiller arası faktörlerden kaynaklanan sebepleri olabilir.
Her iki durumda da çiftlere bir takım çatışma çözme becerileri kazandırılarak ve gerektiğinde daha derinlemesine çalışmalar yapılarak, sorunlarını aşmalarına destek olunabilmektedir. Önemli olan çiftlerin sorunlarının farkına varabilmeleri ve bu sorunları göz ardı etmemeleridir. Sorunların çözümü ertelendiğinde evliliklerde daha ciddi problemler oluşmaktadır. Unutulmamalıdır ki, ilişkilerde çatışma yaşamak değil, yaşanılan çatışmaların nasıl yönetileceğini bilememek problem yaratır.

Psk.Dan.Sezen Salihoğlu
Evlilik Terapisti&Cinsel Terapist

Çocukluk dönemi, bireyin doğum öncesi döneminden başlayarak, ergenlik evresine kadar olan gelişimini kapsar. Bu dönem içerisinde, çocukların duygusal, davranışsal ve gelişimsel birçok sorunlarıyla karşılaşılabilir. Tüm bu sorunların fark edilmesinde ve çözümünde psikolojik destek almak çok önemlidir. Çocuk danışmanlığı, dünyaya karşı kendilerine özgü bakış açısına sahip çocukların baş etmekte güçlük çektikleri sıkıntıları gidermeyi hedeflemektedir. Bu dönemde ki sorunların giderilmesinde kuşkusuzdur ki anne-babanın desteğinin önemi çok büyüktür.

Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı, çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik döneminde ki birey, ne çocuk ne de yetişkindir. Ergenlik dönemi tam arada kalmış, kendine has özellikleri, sorunları olan bir dönemdir. Bu dönem içerisinde çeşitli duygusal, davranışsal ve gelişimsel sorunlar yaşanabilmektedir. Çocuklukta yaşanmış ve çözülememiş sorunların çözülebilmesi için ikinci bir fırsattır.

Ergen danışmanlığı ve terapisi, tüm bu çözülememiş sorunların fark edilmesinde ve çözüme kavuşturulmasında, ergenin tek başına baş edemediği bu problemlerle baş etme becerisini arttırmasında önemli bir yere sahiptir.

Tabi ki hem çocuk hem de ergen danışmanlığında ailenin ve çocuğun diğer eğitmenlerinin desteği ve süreç içerisindeki işbirliklerinin yeri çok büyüktür.

Evlilik Dışı İlişkiler-Aldatma

Kuşkusuz ki evliliklerde sadakatsizlik, güven duygusunu temelden sarsan, çok ciddi ve incitici bir durumdur. Aldatmanın evlilik üzerinde iki önemli etkisi vardır; birincisi, evlilik dışı ilişkinin evliliği yok etme potansiyeli ve ikincisi de, aldatmanın evlilik üzerindeki duygusal tesiridir. Evlilik içi şiddetten sonra en fazla olumsuz etkiye sahip olan neden aldatmadır. Erkek içinde kadın içinde aldatma iz bırakan bir durumdur. Erkeklerin aldatması elinin kiri gibi bir kavram kullanılarak normalleştirilmekte ve bu durumda kadının da kocasını affetmesi ve yuvasını bozmaması beklenmektedir. Kadınlar eşlerini affetseler bile durum iç dünyalarında böyle olmamaktadır. Her iki taraf içinde aldatılmak, değersizlik, çaresizlik, güvensizlik vb. duygulara sebebiyet vermektedir.

Sanki hep erkekler aldatırmış gibi bilinse de, bu erkeklerin kendi aralarında kaç tane kadınla birlikte olduklarını bir övünç kaynağı olarak anlatmalarından kaynaklanmaktadır. Yapılan araştırmalar kadınlarında eşlerini aldattıklarını ortaya koymaktadır. Fakat kadınlar bu durumu gizli tuttukları için çok bilinmemektedir. Kadının eşini aldatması daha zordur, çünkü kadın için bir ilişkide ilk önce romantizm gelir, duygusallık gelir, kadın daha derin bir ilişki arar, aşk ister. Kadınlar yasak ilişki yaşarlarken daha dikkatlidirler. Erkekler ise daha dikkatsizdirler. Erkekler için aldatmak daha doğaldır.

Aldatma iki şekilde adlandırılıyor.Cinsel aldatma ve duygusal aldatma şeklinde. Var olan bir ilişki içerisindeyken, başka biriyle cinsel ilişkiye girme cinsel aldatma, duygusal olarak bir başkasına bir şeyler hissetme, aşık olma duygusal aldatma olarak adlandırılır. Her ikisi de evlilik için tehlike oluşturacak durumlardır. Genelde erkekler daha çok cinsel aldatmaları tercih ederken, kadınlar duygusal aldatmaları tercih etmektedir. Fakat en kötüsü cinsel birlikteliği de içinde barındıran duygusal bağın kuvvetli olduğu ilişkilerdir.
Aldatma nedenlerine bakıldığında erkek için de kadın için de çok fazla neden sıralanabilir. İlişki heyecanını kaybetmiş olabilir, cinsel tatminsizlik yaşanıyor olabilir, eşler arasında ihmal, sevgi ve şefkat eksikliği olabilir, eşler mutsuz evliliklerinden kaçmak için aldatıyor olabilirler, evliliklerindeki çatışmalarından kurtulmak için duygusal enerjilerini bir başka ilişkiye harcamayı tercih ediyor olabilirler, eşler arasında yakınlıktan kaçınma olabilir, bazen eşlerden biri seks veya tutku bağımlısı olabilir, eşlerden biri evliliğini bitirmek ister fakat yeni birini bulmadan bunu yapamaz. Erkekler daha çok cinsel açıdan değişiklikler, yeni heyecanlar yaşamak için ve cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorlandıkları için; kadınlar ise duygusal açıdan ihmale uğradıklarında, mutsuz ve umutsuz hissettiklerinde aldatma yolunu tercih edebilirler. Evli ve çocuklu erkekler ise kendilerinden daha genç partnerlerle eşlerini aldatarak hala güçlü bir erkek olduklarını eşlerine ve çevrelerine kanıtlamak isterler.

Aldatma, aldatılan eş için bir travmadır. Aldatılan eş aldatıldığını öğrendikten sonra, sıkıntı üzüntü, öfke, uykusuzluk, güvensizlik ve depresyon yaşamaya başlar. Aldatılan eşte travma sonrası stres bozukluğu belirtileri görülebilir. Bunların ne kadar süreceği kişiden kişiye değişecektir. Bu durumda yapılması gereken bir evlilik-çift terapistine başvurmak olmalıdır. Eşlerin bu durumda üzerine düşen sorumlulukları alması gerekmektedir. Aldatılma ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar aşılamayacak sorunlar değildir. Sadece çiftlerin çaba göstermesi ve evliliklerini bu fırtınadan kurtarmayı istemeleri gerekmektedir.

Evlilikte Yakınlığı Geliştirme

Yakınlık evlilik ve aile yaşamında elzem olan duygulardan biridir. Yakınlık gösterme başka biriyle bir duyguyu paylaşmayı kapsar. Yakınlığın ne olduğuna dair çeşitli tanımlar vardır. Yakınlık bir çeşit bağlılık hissi, huzur, duygusal destek, empati duyma, karşındakini güvenilir bulma, karşılıklı anlayış, paylaşım, dürüstçe iletişim kurabilme şeklinde tanımlanabilir.

Her evlilikte/ilişkide çiftlerin yakınlık tanımları farklı olabilir. Birçok çift yakınlığın ne anlama geldiğini ve ne istediklerini anlasalar dahi yakın olma konusunda birçok sıkıntı çekerler. Yakın olma konusunda eşleri sıkıntıya sokan mesele “yakınlık korkusu” olabilir.  Bazı insanlar yakınlıktan, kendilerini açmaktan korkarlar ve kaçınırlar. Yakınlık korkusunun en önemli iki nedeninin yanı sıra, öfke korkusu, bağımlılık korkusu, kontrolü kaybetme korkusu, bireyselliği kaybetme korkusu gibi kökenini aile meselelerinden alan bir takım psikodinamik nedenleri de vardır.

En önemli iki nedeninden birincisi, kişilerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında ebeveynleri tarafından boğucu ve özgürce hareket edemeyecek kadar çok ilgi görmüş olmalarıdır. Bu durum kişide kontrol edilme ve kontrolü kaybetme korkusunu tetikleyebilir. Ve kontrolü kaybetmek eş tarafından yok edilme duygusu anlamına gelebilir. Yok edilme burada ilişkideki kontrolün kaybolması ve öz kimliğin yavaş yavaş yok olduğu algısını yaratabilir. Bu bireyler kim olduklarını ve ne istediklerini bilmezler ve dengeyi bulmak için bir ileri bir geri hareket etme eğilimi gösterirler. Bu kişiler anlayışın ve saygının olduğu bir aşk ilişkisinde yaşanan duygusal yakınlığın bağımsızlıklarını tehdit etmediklerini yaşantılayabilirlerse sorunları hallolur.

İkinci ve aşılması en zor olan neden ise çocuğun anne babasının ayrılık ya da boşanması sonucunda (çoğunukla da babayı) en yakınlarından birini birdenbire kaybetmesidir. Bu yaralayıcı ve travmatize edici bir durumdur ve kişinin erişkinlik hayatında girmiş olduğu ilişkilerde, duygusal yakınlık gerektiren durumlarda kendisini ilişkinin derinliklerine bırakamamasına sebep olur. Çünkü bir eş ilişkiye duygusal olarak ne kadar yatırım yaparsa, ilişki sonlandığında o kadar çok acı çeker. Anne veya babasını kaybeden ve bu durumla baş etmesine yardım edilmeyen çocuklar ilerideki tüm ilişkilerinde terk edilme korkusu taşırlar. Kayıp yaşantısından dolayı gelişen terk edilme korkusundan ötürü ilişkilerinde bir emniyet mesafesi bırakırlar ve böylelikle yeni bir kayıp yaşamaktan ve aynı acıyı duymaktan kendilerini korumaya çalışırlar. Aslında böyle yaptıklarında tam da kendilerini korumak istedikleri durum başlarına gelir. Çünkü belli bir yakınlıktan öteye geçemedikleri, kendilerini duygusal olarak açamadıkları için ilişkileri de belli bir noktada tıkanıp kalır ilerleyemez, belki de başlamadan biter. Mesela bazı kişiler evliliğin hemen öncesinde, hiçbir açıklama yapılmaksızın birden bire terk edilebilirler. Bunlar hep terk edilme korkusunun sebep olduğu sonuçlardır.

Bağımlılık korkusu yaşayan kişiler de yakın ilişkilerden kaçınırlar. Bu korku duygusal olarak kendine yeterliliğin, bağımsız olmanın kesinlikle çok önemli olduğunu düşünen eşlerde görülür.  Eş diğerine hiç muhtaç olmadığını kanıtlarcasına sürekli diğerinden uzak olma ihtiyacını ortaya koyar, bu eşler duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için birbirlerine dayanmazlar. Evlilikleri her iki tarafın kendi hayatlarını yaşadığı, duygusal bir mesafe gösterir. Bağımlılık korkusu, çoğu zaman erken yaşta ebeveynlerin etkisinden kaynaklanır. Ebeveyn, genellikle de baba, kimseye dayanmadan tek başına hayatta kalabilmenin önemini vurgular. Çocukluk çağlarında bağımlılık korkusuyla yetiştirilen bir çocuk anne babadan çok az hatta hiç destek almadan kendi başına kalmaya zorlanır. Bu çocuklara yardıma gereksinim duyduklarında güçsüz oldukları söylemiştir. Örneklendirmek gerekirse 45 yaşında bir adam karısından hiçbir zaman bir şey istemediğini belirtmiştir. Çünkü bunun bir zayıflık olacağına inanmıştır. En zor zamanlarında bile eşine duygularını açmaktan çekinmiştir.

Öfke korkusu yaşayan çiftler de, yakın ilişkilere girmekten kaçınırlar. Eşler başkalarına duydukları öfkeden korkabilirler. Diğer kişiyle çok fazla yakınlaşmanın düşmanlığı, öfkeyi, saldırganlığı doğurabileceğinden korkabilirler. Bu tür korkuları olan bireyler başkaları ile mesafeyi korurlar.  Öfkenin yakın bir ilişkide kaçınılmaz olduğuna inandıkları için bundan kaçınmanın tek yolunun yakın bir ilişki kurmamak olduğuna karar verirler.

Aslında insanların ihtiyaç duydukları bu duygusal yakınlığı yaşayamamakta ki en büyük engel iletişim eksikliği veya yokluğudur. Kendi istek, arzu ve ihtiyaçlarımızı gözettiğimiz gibi karşı tarafın da istek, arzu ve ihtiyaçlarını gözetebilecek bir iletişim türü yakaladığımızda ihtiyaç duyulan duygusal yakınlık yaşanabilecektir. İlişkilerimizde tüm bunlarla kendimiz baş etmekte güçlük yaşayabilir, ne yapacağımızı bilemediğimiz durumlar söz konusu olabilir. En önemlisi de tüm bunlarla mücadele edebilmemiz için ilk önce kendimizi tanımamız ve keşfetmemiz gerekecektir.  Bu durumda bir uzmandan yardım almak fayda sağlayacaktır.