Tag Archive : kaygı

Anılarımız hem olumsuz semptomların hem de akıl sağlığının temelidir. Fark ise anıların beyinde depolanma şeklindedir. Eğer işlenememişlerse, fazlaca tepki göstermemize ve çevremizdekileri incitecek şekilde davranmamıza sebep olur. Eğer işlenmişlerse sevdiklerimize ve kendimize yararlı olan şekillerde tepkiler vermemize neden olurlar. EMDR terapisinde anılar belirlenir ve işlenirler, çünkü var olan semptomların çoğu işlenmeyen anılar yüzündendir. Dünyada gezindiğimiz şu anda, olasılıkla işlenmemiş bellek ağlarına bağlanmakta olan çeşitli olaylar meydana gelmektedir. O zaman çocukluk duygu ve algılarımız ortaya çıkmakta ve tepkilerimizi bilinçli olarak etkilemektedir. Eski olayın biz de, “hah işte, bu şekilde hareket ediyorum çünkü annem beni kreşten almayı unutmuştu” diyen bir görüntüsü uyanmaz. Biz sadece olayla bağlantılı olan duyguyu taşırız. Bu bilinçdışı anıları belirlediğimiz ve işlediğimiz andan itibaren olumsuz duygular ve fiziksel duyumsamalar da artık ortaya çıkmaz. İşte o zaman şimdiki zamanda tam bir yetişkin olabilir ve ona göre davranabiliriz.

Bazen çocuklukta yaşanılan bir olay o kadar rahatsız edici olabilir ki, bu rahatsızlık beynin doğal işleme yetisini tamamen bastırır ve olayla bağlantı tamamen kesilir ve kişi olayı hiçbir şekilde anımsayamaz. Eğer kişide bir semptom varsa, buradan anlaşılması gereken şey bu semptoma neden olan veya onu fazlalaştıran bir yaşantının olduğudur. İster bilinçli olarak hatırlansın, isterse hatırlanmasın mutlaka bir şey olmuştur. Bazı acı veren anılar inatçı olur. Bunun nedeni bazı olaylardan duyulan rahatsızlığın çok yüksek düzeyde olmasıdır, öyle ki beynin bilgi işleme sistemi bozulur ve anıyı kendi başına çözüme götüremez.  Örneğin; çocukken tacize uğramış bir kadın, kendisini bir canavarın kovaladığı karabasanlar görebilir. O anı EMDR seanslarında ele alındığında, adeta bir örtü kaldırılmış gibi olur ve duygusal rahatsızlığın sebebi açıkça ortaya çıkar. Canavar onu çocukluğunun geçtiği evde kovalayan tacizcidir.

Yani anlaşılacağı üzere, EMDR terapisi ile olumsuz duygu, duyumsama ve inanışları içeren işlenmemiş anılar hedef alınarak beynin bilgi işleme sisteminin harekete geçirilmesi suretiyle, eski anılar kısa bir zaman içinde “hazmedilebilir” bir hale gelmektedir. Yani yararlı olan şeyler öğrenilir, yararsız olanlar atılır ve anı bellekte artık zarar vermeyecek şekilde depolanır.

Klnk.Psk.Sezen Sağlam

Kaynak:  Acı Anıları Silmek. Francine Shapiro

Yetersizlik duygusu insanın hayatını bloke eden duygulardan biridir ve kişinin hem sosyal hem de profesyonel hayatında mutsuzluğun kaynaklarındandır. Peki yetersizlik duygusu nedir? Psikolojideki tanımına göre, kişinin gözle görülen, ispat edilebilecek tüm kabiliyet ve yeterliliklerine rağmen bunları kendisinin fark edememesi ve sahip olduğu bu olumlu özellikleri reddetmesi, kendisini yeterince iyi ve başarılı hissetmemesi durumuna yetersizlik duygusu denmektedir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi, “Ben bu işte başarılıyım”, “Bu ilişkide iyiyim” diye kendine itiraflarda bulunamaz;  yaptıklarından, başarılarından, elde ettiklerinden bir türlü mutluluk duymaz ve hep kendisini eksik hisseder. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi zaman zaman veya sıklıkla kendisini başkalarıyla kıyaslarken ve diğerinden daha aşağı görürken bulur. Kıyas yapılan şeyler maddi veya manevi olabilir. Bazen diğerinin maddi gücü, parası, sahip olduğu araba ötekine kendisini yetersiz hissettirirken bazen de birinin daha başarılı olması yetersiz hissettirir. Bazı kişiler kendilerini ara sıra yetersiz hissederlerken, bazı kişiler ise yeryüzünde devamlı yetersizlik duygusuyla yaşarlar. Fakat bilinmeli ki dünyanın en kendine güvenen insanları bile zaman zaman kendilerini yetersiz hissederler. Yetersizlik duygusu kronik bir hal aldığında ve artık kişinin hareket alanını kısıtlamaya başladığında tedavi edilmesi gereken bir hal almış demektir.

Peki, yetersizlik duygusunun nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı deneyimler ve buna bağlı olarak gelişen içsel duyguları yetersizlik hissetmelerine neden olabilir. Herkesin yaşam hikâyesi aynı değildir ve dolayısıyla yetersizlik duygularını içeren birçok durum da farklı kişisel deneyimlere veya sahip olunan duygulara kadar uzanabilir. Bazen bu deneyimler veya duygular yüzeyin altında olabilir ve ortaya çıkan yetersizlik duygusu daha önemli bir sorunun belirtisi de olabilir.

Yapılan araştırma ve yayınlanan makalelere göre kronikleşen yetersizlik duygusunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Ebeveynleri tarafından onaylanmayan ve devamlı eleştirilen, okulda öğretmeni tarafından başarısı görülmeyen, arkadaşları tarafından kabul görmeyen çocuklarda yetersizlik hissinin tohumları atılmış oluyor. Adler ise,  yetersizlik duygusunun oluşumunda 1-çocuğun yetersiz organlarla doğması,  2- çocuğun şımartılması,  3- çocuğun ihmal edilmesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Çocuk, organlarının gelişmemiş olması, kendinden daha güçlü kişilere bağımlılık ihtiyacının olması ve başkalarına bağımlı olmanın verdiği acı sonucu tüm gelişim dönemlerinde anne babasıyla ve hayatı boyunca da dünyayla kurduğu ilişkide yetersizlik duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun şımartılmasının yetersizlik duygusunun gelişmesine sebep olan diğer bir kaynak olduğu ifade edilmiştir. Şımartılan çocuk, hiçbir çaba göstermeden istediği şeyleri elde etmeye alışık olduğu için çevresi tarafından ilgi görmediği durumlarda bunu kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılar ve kendisini dışlanmış, terk edilmiş hisseder. Hep almaya alışmış olan bu çocuk vermeyi hiç öğrenememiş ve devamlı başkaları tarafından istekleri gerçekleştirilen ve hizmet gören bu çocuk bu şekilde bağımsızlığını da kazanamamıştır. Yetersizlik duygusunun kaynağını oluşturan üçüncü yaşantı ise çocuğun ihmal edilmesidir. İhmal edilen çocuklar sevgiyi ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın ne olduğunu öğrenemezler. Bu çocuklar hayatın zorluklarıyla karşılaştıklarında normal olarak başka kişilerin yardımlarını ve bu zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacak kendi güçlerini küçümserler. Diğer kişilere hep kuşkuyla bakarlar. Bir annenin çocuğuna vermesi gereken ilk şey, anne bebek arasındaki güven bağını kurmak ve daha sonra da bu güvenin giderek derinleşmesini ve tüm çevrenin güvenini kapsayacak şekilde gelişmesini sağlamaktır.

Çocuklukta yetersizlik deneyimleri olan bazı kişiler, yetişkin olduklarında da kendilerine öyle gerçekleştirilmesi güç olan hedefler koyarlar ki bu hedeflerin gerçekleşmemesi de kişiye kendisini yetersiz hissettirebilir. Bunun yanı sıra toplumun çoğunluğu tarafından gerçekleştirilmesi veya sahip olunması mümkün olmayan güzellik, güç, şöhret ve zenginlik standartlarının yer aldığı sosyal medya tarafından yayınlanan mesajlarda kişilerde yetersizlik hissinin ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca diğer insanların mutlu, başarılı, güçlü ve iyi olduğunu görmek kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden olabilir ve bu kıyaslamalar kendi güçlü ve başarılı taraflarımızı zaten küçümsemeye meyilli olduğumuz için de bize zarar verebilir.

Yetersizlik duygusuna sahip olduğunuzun belirtileri nelerdir?

Bazı kişiler daha güzel, daha güçlü görünen, daha bilgili insanların yanında kendilerini rahatsız hissederler, onlarla ilişki kurarken heyecanlanır veya ilişki kurmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kişi kendini yetersiz görürken karşısındaki kişiyi, kendisinden daha üstün görür fakat bunun bilincinde değildir. Dolayısıyla bu durum kişiyi diğer insanlarla ilişki kurmaktan alıkoyabilir. Yetersizlik duygusuna sahip olan kişilerde var olan belirtiler, güvensizlik ve düşük benlik saygısına sahip olma, hedeflerine ulaşamama ve kendisini sıkışmış hissetme, yapmak istediklerinden kolayca vazgeçme, eleştirilmeye tahammül edememe, sosyal durumlarda geri çekilme ihtiyacı hissetme ve ilişki kurmaktan kaçınma, reddedilme korkusu yaşama, anksiyete ve depresyon yaşama. Mükemmeliyetçi olma, rekabet içerisinde olma, dikkat çekmeye çalışma, sürekli başkalarında kusur bulma, kendi hatalarını kabul etmekte zorlanma, başkalarından daha iyi olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetme de bir kişinin yetersizlik duygusuna sahip olduğunun belirtileridir fakat çoğu zaman kendinden aşırı emin olan kişilerin özellikleriyle karıştırılırlar.

Yetersizlik duygusundan kurtulmak için neler yapılmalı?

Yetersizlik duygunuzun tam olarak nereden geldiğini anlamak, nasıl ilerleyeceğinizi anlamanızı ve kendinize olan güveninizi geliştirmenizi kolaylaştırabilir. Kendinizi yetersiz hissediyorsanız, bu yetersizlik duygularının geçmişte gelişmiş olma ihtimali yüksektir.  Yetersizlik duygunuzun altında yatan nedenlerin neler olabileceğini düşünmek için kendinize biraz zaman ayırın. Neden yetersiz hissettiğinizi anladıktan sonra, bu temel nedenlerle başa çıkmaya ve oradan kendinizi geliştirmeye çalışabilirsiniz.

1-Kendinizle Olumlu Konuşmaya Başlayın

Kendinizle içsel olarak nasıl konuştuğunuz, kendiniz hakkında nasıl hissettiğiniz konusunda etkilidir.  Kendinize dair algınızı değiştirmek, kendinizle konuşma şeklinizi değiştirmekle başlar. Kendinizle nezaket ve empati ile konuşmak için daha fazla çaba göstermelisiniz. Mesela bunu bir yere gitmeye hazırlanırken kendinizle ilgili olumlamaları veya ifadeleri tekrarlayarak aynada yapabilirsiniz. Kendinizle ne kadar olumlu konuşmaya inanırsanız, kendinizi o kadar iyi bir ışık altında görürsünüz.

 2-Negatif Kişisel Düşüncelerinize ve İnançlarınıza Meydan Okuyun

Olumsuz düşünceleri oldukları gibi, yani içsel zorbalar olarak görmek işe yarayabilir. Kendinizi yetersiz hissetmenize neden olan olumsuz düşünce ve inançlarınızı daha olumlu olanlarla değiştirmeniz gerekecektir. Unutmayın ki kendinizi nasıl algıladığınızın kontrolü sizdedir. Doğru düşüncelere dikkat ettiğinizden emin olmanız önemlidir.

3-Her zaman Karşılaştırmadan Kaçının

Kendinizi başkalarıyla, başkalarının sahip olduklarıyla veya başarılarıyla kıyaslamaktan vazgeçmeli ve hayattaki kendi ilerlemenize odaklanmalısınız. Gurur duyacağınız şeyler yapın ve ilerlemelerinizi sadece geçmiş ilerlemenize bakarak ölçmeyi tercih edin. Çünkü kendiniz başkalarıyla karşılaştırdığınızda bu sizi yetersiz ve kötü hissettirebilir..

4-Sevdiğiniz Şeyleri Yapın

Zevk almayacağınız ya da iyi hissetmeyeceğiniz şeyleri üstlenmeyin bunları yapmak sizi sadece aşağı çekecektir. Odak noktanız sizi mutlu eden ve zevk duyacağınız şeyler yapmak olmalıdır. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve özgüveninizi oluşturmanıza yardımcı olacaktır.  olamayacağımız şeyleri üstlenmek bizi sadece aşağı çeker. Odağınızı, zevk aldığınız ve sizi mutlu eden daha fazla şey yapmaya çevirin. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve daha iyi hissetmenize yardımcı olacak ve bu da özgüveninizi oluşturmaya başladığınızda sizi başarıya hazırlayabilir.

5-Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin

Çok fazla görev üstlenip bunların üstesinden gelmeye çalıştığınızda ve bunları yapamadığınızda kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz. Gerçek şu ki, daha küçük daha ulaşılabilir hedefler belirlemek, üstlendiğiniz görevleri bölmek size kendinizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayın ki yavaş ve sakin olan yarışı kazanır.

6-Mevcut Yaşam Tarzınızı İyileştirin

Egzersiz, diyet ve diğer yaşam tarzı seçimleri gibi şeyler genel olarak daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlığa katkıda bulunabilir. Düzenli egzersiz yapmıyorsanız, iyi beslenme seçimleri yapın ve uykunuzu ve sağlığınızın diğer alanlarını kontrol etmeye çalışın. Bu, ruh halinizi iyileştirmenizde ve zamanla kendiniz hakkında daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.

Yukarıdaki ipuçları, bir yerden başlamak için işinize yarayacak noktalardır, ancak bazı kişilerin bunları hayatlarında uygulama veya yetersizlik duygusunun nedenlerini bulma konusunda daha fazla yardıma ihtiyacı olabilir. Bu durumda da başvurabileceğiniz en iyi yardım bir uzman yardımı olacaktır. Yüz yüze veya online bir psikoterapist, güvensizliklerimizin nereden geldiğini daha iyi anlamanıza, bu geçmiş sorunlardan kurtulmanıza ve başarılı bir şekilde ilerlemek için gereken başa çıkma mekanizmalarını kullanmanızda size yardımcı olacaktır.

 

Kaynaklar:

How To Cope With Feeling (betterhelp.com)

http://dx.doi.org/10.17051/io.2016.90300

EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) türkçe anlamıyla Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme’dir.
EMDR sekiz evresi ve bir çok prosedür ve metodu olan geniş kapsamlı, bütüncül bir psikoterapi yöntemidir. Ne yazık ki bazı acı veren anılar inatçı olurlar. Bunun nedeni bazı olaylardan duyulan rahatsızlığın çok yüksek düzeyde olmasıdır, öyle ki beynin bilgi işleme sistemi bozulur ve anıyı kendi başına çözüme götüremez. Bu şekilde olan travmatik anıları beyin bir nevi hazmedemez ve bu anılar beynin bir bölümünde asılı kalırlar ve en ufak bir tetikleyici ile aktif hale gelirler ve bu şekilde rahatsızlık düzeyimiz yükselir. Olay sanki yeni yaşanmış gibidir ve olay anında hissedilen duygu ve düşünceler hala çok canlıdır.
EMDR ile bu olumsuz anıların işlenmesi sağlanarak beynin bu anıyı hazmetmesi ve normal anı ağlarının arasına gönderilmesi sağlanır. Bir olay yeterli şekilde işlendiğinde, biz o olayı hatırlarız, ancak eski duyguları ve hisleri tekrar hissetmeyerek rahatsız olmayız. Anılarımız tarafından bilgilendiriliriz, fakat kontrol edilmeyiz.
Hayatımızda sadece büyük travmalar değil, çocuklukta yaşamış olduğumuz utanç verici olaylar, hayal kırıklıkları, aşağılanma, eleştirilme vb. sık görülen durumlar da uzun süreli olumsuz etkiler bırakırlar ve bu olumsuz etkiler bedenimizde ve zihnimizde yükselerek algımızı etkilerler ve şimdiki zamanda mutsuzluğa ve uygunsuz davranışlara yol açarlar. Dolayısıyla bunlarda bir travmadır ve bu anılarda işlevsel olmayan bir şekilde yanlış bir anı formunda depolanmışlardır.
EMDR’nin birincil hedefi bu deneyimleri işleyerek yanlış formda depolanan bu anıları, normal anı havuzuna göndererek danışanın özgürce şimdiki zamana geçişini sağlamaktır. EMDR ile yaşanılan sorunların temelini hazırlayan geçmiş deneyimlere (yaşantılara) erişilir, rahatsızlıklara neden olan şimdiki durumlar işlemden geçirilir ve gelecekteki başarılar için gerekli olan yeni öğrenim, beceri ve perspektifler bellek ağları içine alınır.
EMDR terapisi seansları sırasında insanlar uyanıktır ve yeteneklerinin tam kontrolüne sahiptirler.

Ara sıra hepimiz yapmamız gereken bir takım işleri erteleyebiliriz, fakat bu durum sürekli bir hal almaya başladıysa ve bizim günlük yaşantımızı etkiler hale geldiyse, o zaman erteleme ile ilgili anormal bir durumdan bahsedebiliriz. Erteleme kendi başına bir rahatsızlık değil, sadece bir belirtidir. İncelememiz gereken asıl şeyler ise ertelemeye sebebiyet veren kökende yatan nedenlerdir.

Daha çok mükemmeliyetçi kişilik yapısına sahip ve başaramama korkusu yaşayan “yetersizlik” inancına sahip bireyler erteleme davranışı gösterirler. Erteleme davranışının tembellik ile ilgisi yoktur, tembel kişiler yapmaları gereken işlere başlamadıkları gibi yan gelip yatar ve bu durumla ilgili rahatsızlık duymazlar. Erteleme davranışı gösteren kişiler ise yapacağı iş veya işlerle ilgili başarısızlık kaygısı yaşadıklarından ve mükemmel yapmak istediklerinden dolayı bir türlü işe başlayamazlar ve içten içe de bu durumdan rahatsızlık duyarlar.

Erteleme davranışında, yapılması gereken bir iş, bir proje vs. karşısında mükemmeliyetçilik devreye girince, kişideki “yetersizlik şeması” aktive olur ve kişi bununla başa çıkmak adına yapılacak olan işten kaçma davranışı gösterir ve böylelikle erteleme gerçekleşmiş olur.  Erteledikçe de yetersizlik inancı daha çok güçlenir ve kısır döngü bu şekilde devam ederek kişiye rahatsızlık verir.

Bu durumdan kurtulabilmek adına bir uzmandan yardım alınarak erteleme davranışına sebebiyet veren nedenler üzerine çalışılmalıdır.

Bahar ayının yüzünü göstermesiyle birlikte bazı kişilerde kaygı, endişe, sinirlilik hali, yorgunluk, iştahsızlık gibi durumlar görülebilir. Eğer bu gibi belirtiler sizde de aniden ortaya çıktıysa bahar depresyonu yaşıyor olabilirsiniz.

Halk dilinde bahar depresyonu olarak bilinen mevsimsel duygulanım bozukluğu her yılın aynı zamanlarında tekrar eden bir depresyon türüdür. Her yılın bahar aylarında ortaya çıktığı için bahar depresyonu olarak isimlendirilmiştir. Bu zamanlarda kendinizi sinirli, yorgun ve halsiz, endişeli, motivasyonsuz, enerjisi çekilmiş gibi hissedebilirsiniz. Hiçbir şey yapmak istemeyebilir, elinizi kolunuzu kaldırmakta isteksizlik yaşayabilir, okula ve işe gitmekte güçlük çekebilirsiniz.

Bahar depresyonunun spesifik sebepleri kesin olarak bilinmemektedir. Bütün ruhsal hastalıklarda olduğu gibi bu durumda da genetik faktörler, yaş vs. depresyona yatkınlığı arttırabilmektedir. Mevsimsel depresyona erkeklere oranla kadınlarda daha fazla rastlanır. Güneş ışığının süresinin uzaması ile birlikte gün içerisinde uyanık kalma süresi uzadığı için, vücudun biyolojik saati bozulur. Bu da depresif duygu durumuna sebebiyet verebilir.

Bahar depresyonunun belirtilerini hafife almamak gerekir. Bu durumları yaşıyor ve bu belirtiler 2-3 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir uzmana danışmak gerekir. Çünkü eğer 2- 3 haftada geçmiyorsa depresyonunuzun altında başka sebepler yatıyor demektir. Eğer bu hastalık da diğer depresyon türleri gibi ciddiye alınmaz ve tedavi edilmez ise daha kötüleşerek ciddi sorunlara yol açar.

Bahar depresyonunu hafif atlatmak için; mutlaka spor yapın, tempolu yürüyüşler yapın, sağlıklı beslenin, alkolden uzak durun, sevdiğiniz insanlarla birlikte olun ve sevdiğiniz, hoşlandığınız şeyleri yaparak vakit geçirmeye çalışın.

Kaygı Bozuklukları

Kaygı, günlük yaşam içerisinde herkesin zaman zaman hissettiği normal bir duygudur. Kaygı, bedenin tehlikeye karşı verdiği normal bir tepkidir. Bu yüzden aşırı boyutlara ulaşmadığı sürece, kaygı aslında kişinin, başına gelebilecek tehlikelere karşı uyanık kalmasını sağlar. Ancak “savaş veya kaç” olarak tepki verilen kaygı sürekliyse, kişinin günlük aktivitelerini ve diğer kişilerle olan ilişkilerini olumsuz bir şekilde etkiliyorsa artık normal sınırlardan çıkılmış ve tedavi edilmesi gereken bir durum haline gelmiş demektir.

Kaygı birden fazla şekilde ortaya çıkabilir. En sık görülen kaygı bozuklukları, sosyal kaygı-sosyal fobi, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, fobiler, postravmatik stres bozukluğudur.

Kaygı bozukluğunda, aşırı sinirlilik, gerginlik, dikkat eksikliği, her şeyin en kötüsünü düşünme, sürekli tehlikede olduğu düşüncesi, aklını kaybedeceği korkusu, ölüm korkusu gibi ruhsal belirtiler, titreme, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes alamama, yutma güçlüğü, baş dönmesi, kas ve göğüste ağrı, sindirim sisteminde sorunlar ve sık idrara çıkma şeklinde ise fiziksel belirtiler ortaya çıkabilir.

Kaygı bozukluklarına aşırı stres, yakınlarını kaybetme, sevdiklerinin ölümü, ağır bir hastalık geçirme, büyük kazalar, doğal afetler, cinsel işlev sorunları, olumsuz anne-baba tutumları, fiziksel ve duygusal istismar gibi sebepler neden olabiliyor.

Kaygı bozuklukları ilaç ve psikoterapi ile tedavi edilebiliyor.

Sosyal fobi bir anksiyete yani kaygı bozukluğudur. Sosyal fobi “sosyal kaygı bozukluğu” olarak da isimlendirilebilir. Sosyal  fobiyi kişinin sosyal ortamlarda sürekli ve belirgin bir korku yaşaması olarak tanımlayabiliriz. Kişi bulunduğu sosyal ortamlarda utanç verici bir duruma düşmekten, rezil olmaktan, eleştirilmekten, beğenilmemekten, reddedilmekten, onaylanmayacak ve olumsuz değerlendirilecek bir davranışta bulunmaktan fazlasıyla korkar.

Sosyal fobinin temelinde onaylanmama korkusu veya kabul edilmeme endişesi vardır.  Sosyal fobisi olan kişiler devamlı gözlerin kendilerinin üzerinde olduğunu, nasıl göründüklerini, aptal durumuna düşüp düşmediklerini düşünürler. Bu kişilerin özgüvenleri oldukça düşüktür ve eleştiriye karşı fazlasıyla duyarlıdırlar.

Sosyal fobi yaşayan kişilerde yüz kızarması, ses titremesi, ağız kuruması, kalp çarpıntısı, terleme, nefes daralması gibi fizyolojik belirtiler; güçsüzüm, konuşamayacağım, yetersizim, herkes bana bakıyor, rezil olacağım, küçük düşebilirim gibi zihinsel belirtiler ve korkulan ortama girmeme, korkulan ortamı terk etme, göz temasından kaçınma, ilgisiz şeyler düşünme gibi davranışsal belirtiler görülebilir.

Sosyal fobi yaşayan kişiler ailelerinin ve arkadaşlarının yanında rahat olabilirler fakat en büyük korkuları topluluk önünde konuşmak ve yemek yemektir. Sosyal fobi yaşayanların karşı cinsle ilişki kurmaları ve konuşmaları fazlasıyla zordur ve bu yüzden sosyal fobi yaşayanlar arasında bekarlık oranı yüksektir. Sosyal fobik kişiler kendileriyle konuşan kişileri işitmezden gelme, gözlerini kaçırma, hasta olma ve sosyal ortamlara katılmama gibi davranışlar geliştirebilirler.

Sosyal fobi genellikle 13-24 yaşları arasında başlar. Kadınlarda biraz daha fazla görülür. Ailede korku anlayışlı bir disiplinin olması sosyal fobi nedenleri arasındadır.

Sosyal fobi günümüzde doğru teknikler kullanıldığında kesinlikle tedavi edilebilen bir hastalıktır. Psikoterapi sosyal fobi tedavisinde oldukça etkili bir yöntemdir. Sosyal fobiklerde genellikle bilişsel davranışçı terapi denilen psikoterapi tekniği kullanılır. Bunun yanı sıra gerektiğinde ilaç tedavisi de uygulanabilir.