Tag Archive : çocuk

Sosyal fobi, kişinin girdiği ortamlarda bulunan kişiler tarafından olumsuz karşılanacağına dair duyduğu korku ve bu ortamlardan kaçınmasıdır. Sosyal fobi kişinin günlük yaşamdaki ilişkilerini akademik başarılarını, işlevselliğini, yaşam kalitesini etkilemektedir.

NEDENLERİ

Sosyal fobinin hem genetik hem de ruhsal durumlardan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Ruhsal Etmenler

Psikanalitik kurama göre sosyal fobinin nedeni anksiyetedir ve sosyal fobi anksiyeteye karşı bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Benlik ile alt benlik veya benlik ile üst benlik arasında ortaya çıkan çatışma ve bu çatışma sonucu ortaya çıkan kaygı dışarıda başka bir nesneye yönelerek yer değiştirmektedir. Sosyal fobisi olan kişilerin b.dışı olarak başkaları tarafından onaylanma istekleri vardır ve dolayısıyla onaylanmama ihtimalinin olduğu ortamlardan kaçınırlar. Bir yandan ise sosyal fobi yaşayanlar, bağımsızlaştıklarında, yeni bir ortama katıldıklarında ebeveynlerinin sevgisini yitireceğinden korkarlar.

Bilişsel davranışçı kurama göre, sosyal fobi yaşayan kişi hem çevresinde olumlu izlenimler bırakmak ister, hem de bunu yapabilme konusunda bir güvensizlik yaşar. Bu kişilerin olumsuz ara inançları ve gelen olumsuz otomatik düşünceleri vardır. Kalabalığa girdiklerinde yanlış bir şey yapacaklarına ve reddedileceklerine inanırlar. Çekindikleri bir durum karşısında önceki olumsuz deneyimleri tetiklenir ve bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını hissederler. Somatik ve davranışsal belirtiler hissederler ve bunlarda anksiyetelerinin sebebi haline gelir. Kişi bu belirtilerine odaklanarak asıl sorundan kaçınır. Ayrıca olumsuz değerlendirilme yanında olumlu değerlendirilme korkusu da yaşarlar.

Davranışçı kurama göre, eğer kişi bir ortamda olumsuz bir yaşantı deneyimlemişse, doğrudan bir koşullanma yaşar, hatta olumsuzluk yaşayan bir kişiyi gördüğünde dahi bu korku başlayabilir. Bunun yanı sıra sosyal ortamların tehlikeli olduğu bilgisi kişiye bir şekilde hissettirildiğinde bu bile kişinin sosyal korkuya sahip olmasına sebep olur.

Biyolojik Etmenler

Yapılan araştırmalar çocuklardaki sosyal fobi ile ebeveynlerin sosyal fobisi arasında yüksek düzeyde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra anne-babalarda ki fazla koruyucu veya reddedici davranışlarla sosyal fobi arasında da güçlü bir ilişki olduğunu görülmüştür. Başka bir araştırma ise genetik geçişin sosyal fobide çok baskın olmadığını göstermiştir. Dolaysıyla üç farklı şekilde sosyal fobi gelişimi etkilenmektedir. Birincisi genetik bir yatkınlık oluşması, ikincisi ebeveynlerin aşırı korumacı ve kaygılı davranışlarından dolayı çocukların sosyal ortamlara girmelerine engel olunması ve üçüncü olarak ta kendi kaygılarının çocukları tarafından modellenmesi şeklinde olmaktadır. Sosyal fobisi olan çocukların davranışsal inhibisyonları vardır ve devamlı kaçınma davranışları gösterirler. Davranışsal inhibisyon, bilinmeyenden korkma, devamlı tedirgin bir durumda olma ve bilinmeyen ortamlardan kaçma özelliği gösteren bir mizaç türüdür. Davranışsal inhibisyon sosyal fobi için bir risk etmenidir.

EPİDEMİYOLOJİ

Sosyal fobi ergenlik döneminde başlamakta, 25 yaşından sonra başladığı ise nadiren görülmüştür. Bu hastalar genellikle belirtilerin çıkmasından 10 yıl sonra tedaviye başvurmuşlardır. Sosyal fobi, kişinin iş, okul yaşamı, karşı cinsel ilişki yaşaması konusunda sorunlar yaratmaktadır. Buna rağmen sadece %20-40’nın tedaviye başvurduğu bilinmektedir. Sosyal fobi kadınlarda daha fazla görülmekle birlikte tedaviye en çok erkekler başvurmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda erkek ergenlerde, kızlara göre sosyal anksiyetenin daha fazla olduğu görülmüştür.

KLİNİK ÖZELLİKLER

DSM-IV’e göre eğer kişinin korktuğu veya kaçtığı durumlar daha yaygın bir toplumsal alanı kapsıyorsa buna yaygın sosyal fobi denir, yaygın olmayan sosyal fobide korku veya kaçınmalar daha kısıtlı alanlarda olmaktadır. Tedavi için başvuranlar daha çok yaygın sosyal anksiyete bozukluğu yaşayanlardır. Yaygın sosyal fobi daha erken yaşlarda başlamakta, yaşam kaliteleri daha düşük olmakta ve prognozları daha kötü olmaktadır. Sosyal fobisi olan insanlar otorite figürlerinden, yeni kişilerle tanışmaktan, toplum içerisinde bulunmaktan, konuşmaktan, sınıfta tahtaya kalkmaktan, sunum yapmaktan kaçınırlar, onlar için bu durumlar korku alanlarıdır. Bu durumlarda kişilerde terleme, kızarma, çarpıntı, titreme, kaslarda gerginlik gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Çocuklarda ise ağlama, donup kalma, bağırma, bir yere gizlenme, konuşamama şeklinde ortaya çıkar. Sosyal fobisi olan çocuklar okulda daha fazla zorlanırlar, arkadaşları daha azdır ve daha kısıtlı ilişkilere sahiptirler.

SOSYAL FOBİ İLE BİRLİKTE GÖRÜLEN DİĞER HASTALIKLAR

Sosyal fobi ile birlikte en sık görülen hastalıklar anksiyete bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu ve madde kullanım bozukluğudur. Sosyal fobisi olan kişilerin %51.7’sinin Eksen I ve %67,8’nin ise Eksen II tanısına sahip olduğu belirtilmiştir.

Yapılan araştırmalar sosyal fobi ile depresyon arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu saptamıştır. Sosyal fobinin artmasıyla depresyonun da doğru orantılı bir şekilde arttığı görülmüştür. Diğer araştırmalar ise ülkemizde sosyal fobisi olanların daha küçük yaşta sigara içmeye başladıklarını tespit etmiştir.

Sosyal fobisi olanların bir kısmının beden dismorfik bozukluğu olduğu ve beden dismorfik bozukluğu olanların da belli bir kısmının sosyal fobisi olduğu araştırmalarla saptanmıştır. Sosyal ortamlardan kaçınma, sık sık aynaya bakma, başkalarıyla sürekli kendini karşılaştırma gibi, kendine odaklanma gibi ortak özellikler her iki bozuklukta da görülmektedir.

AYIRICI TANI

Otizm ile sosyal fobi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar sosyal becerilerde zorlandıkları için olumsuz değerlendirmelere maruz kalmakta veya reddedilmektedirler ve bu da çocukların sosyal kaygılarını arttırabilmektedir. Bunun yanı sıra sosyal ortamlardan kaçınma ve konuşma zorlukları her iki rahatsızlıkta da görülebilir. Sosyal fobi diğer anksiyete bozuklukları ile de karışır. Belirtiler benzerdir fakat ayırıcı olan kaygı odağının her anksiyete bozukluğunda farklı olmasıdır. Sosyal fobide kaygı odağı kişinin kendisi, panik bozuklukta bedensel belirtiler, ayrılık anksiyetesi bozukluğunda temel bağlanma nesnesinden ayrılma, özgül fobide korku duyulan nesne ve yaygın anksiyete bozukluğunda ise günlük olaylardır. Depresyonda ise sosyal ortamlardan kaygı duymak yerine orada bulunmama isteği ön plandadır. Şizofrenide düşüncelerin aşırı ve gerçek olmadığını kabul etmemek ayırıcı tanıdır.

TEDAVİ

İlaç Dışı Tedavi

Sosyal fobinin tedavisinde en çok bilişsel davranışçı terapi kullanılmaktadır. Burada hedef işe yaramayan düşünce ve olumsuz inançların tespit edilmesi ve bunun yerine olumlu, işlevsel olan inançların belirlenmesi ve değişikliklerin yaratılmasıdır. Sosyal fobide bilişsel davranışçı terapi, psikoeğitim, bilişsel yeniden yapılandırma, sosyal becerileri geliştirme ve maruz bırakma olarak dört aşamada gerçekleşmektedir.

Sosyal fobisi olanların tedaviye başvurma oranları düşüktür, çünkü hekimle karşı karşıya gelmekten korktukları düşünülmektedir ve bu yüzden de internet tabanlı tedavi girişimlerinin, telefon, e-posta üzerinden terapist destekli yardımların sosyal fobi tedavisinde yararları olduğu çalışmalarla gösterilmiştir. Psikodinamik terapi ile bilişsel terapinin etkinlikleri değerlendirildiğinde her ikisinin de etkili olduğu fakat sosyal fobinin davranışçı tedavi ile daha fazla remisyonda kaldığı ve psikodinamik terapinin sosyal fobi tedavisinde en az tercih edilen terapi şekli olduğu ifade edilmiştir.

Farmakolojik Tedavi

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri sosyal fobide en çok kullanılan psikofarmakolojik ajanlardır, sosyal fobisi olan kişilerde işlevselliği arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar ilaç tedavisi ile daha hızlı sonuçlar alındığını, bilişsel davranışçı terapinin etkisinin daha geç başladığını fakat terapinin etkisinin daha uzun süreli olduğu görülmüştür. Her ikisinin kullanımının tek kullanıma göre üstün olup olmadığı henüz bilinmemektedir.

KORUYUCU ÖNLEMLER

Sosyal fobi kişilerin yaşam şekillerini değiştirmelerine, yaşam kalitelerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ekonomik kayıplara yol açabilmektedir, bu nedenle erken tespit edilip ele alınması gereken bir bozukluktur. Koruyucu yöntemler olarak aileler çocuklarını sosyal ilişkiler kurmaları konusunda cesaretlendirmelilerdir, okullarda da akademik başarıların yanı sıra öğrencilerin sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak aktiviteler yaptırılmalıdır. Bunun yanı sıra okul çalışanlarının da öğretmenlerin de bilgilendirilmeleri gerekmektedir.

GİDİŞ VE SONLANIM

Sosyal fobi kronik gidişlidir, belirtiler 10 ile 24 yıl arasında sürebilmektedir. Sekiz yıl sonra üçte bir azalabilmektedir. Fluoksetin tedavisi değerlendirildiğinde eğer yaş küçükse, başlangıçta anksiyete az ise ve ailede depresyon ve anksiyete öyküsü yok ise sosyal fobi tedaviye daha iyi yanıt verebilmektedir. Sosyal fobi erken yaşta başladıysa , hastalık şiddeti fazla ise, başka anksiyete bozuklukları ile seyrediyorsa sosyal fobi tedavisi olumsuz etkilenmektedir.

Uzman Klinik Psikolog Sezen Sağlam

 

Kaynak: Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları

Boşanan Ebeveynlere Öneriler

Çocuklar için boşanma özellikle üzücü, stresli ve kafa karıştırıcı bir durumdur. Boşanma, hangi yaşta olursa olsun, bir erkek veya kız çocuğunun hayatında büyük bir değişikliğe sebep olur. Çocuklar anne ve babalarının boşanma kararlarıyla karşı karşıya kaldıklarında kendilerini  belirsizlik içinde, öfkeli, suçlu hissedebilirler. Ebeveynler arasındaki aşk kaybına tanık olmak, ebeveynlerin evlilik taahhütlerini çiğnediklerini görmek, iki farklı ev arasında gidip gelmek ve bir ebeveynle yaşarken diğer ebeveynin günlük yokluğuna alışmaya çalışmak, baş etmeleri gereken zorlu bir durum yaratır. Ayrılmış ebeveynlerin çocuklarının (hepsinin olmasa da bir kısmının), çocukluklarını ve yetişkinlik hayatlarını etkileyebilecekleri uzun vadeli sorunları oluşabilir. Ancak, ayrılan ebeveynlerin çocuklarının karşılaştığı sorunların çoğunu, ayrılığın kendisi değil, ayrılan eşlerin aralarındaki anlaşmazlıklar oluşturmaktadır. Bir çocuğun ailesinin dağılmasına üzülmesi normal olsa da, bir ebeveyn olarak boşanma sürecini ve sonrasını çocuklarınız için daha az acı verici hale getirmek için yapabileceğiniz çok şey vardır.

Çocuğuma boşanma hakkında ne kadar bilgi vermeliyim?

Özellikle ayrılmanızın veya boşanmanızın başlangıcında, çocuklarınıza ne kadarını söyleyeceğinizi seçmeniz gerekir. Bazı bilgilerin onları nasıl etkileyeceği hakkında dikkatlice düşünün.

Çocuğun yaşına duyarlı olun. Genel olarak, daha küçük çocuklar daha az ayrıntıya ihtiyaç duyar ve basit bir açıklama ile daha iyi hale gelirken, daha büyük çocuklar daha fazla bilgiye ihtiyaç duyabilir.

Lojistik bilgileri paylaşın. Çocuklara yaşam düzenlemelerindeki, okuldaki  veya aktivitelerindeki değişikliklerden bahsedin, ancak bunları ayrıntılarla boğmayın.

Gerçekleri söyleyin. Çocuğunuza verdiğiniz bilgilerin ne kadar çok ya da ne kadar az olduğu önemli değil, her şeyden önce doğru olması gerektiğinin önemli olduğunu unutmayın.

Boşanma sonrası çocuklarınız ve kendiniz için profesyonel yardım alın. Bazı çocuklar anne-babasının boşanmasını daha kolay atlatır, bazıları ise çok zor zamanlar geçirir. Çocukların bir dizi zor duygu hissetmesi normaldir. Fakat zaman geçmesine rağmen çocuğunuz toparlanamıyor ve gittikçe daha da zorlanıyorsa çocuğunuzun profesyonel yardım almasını sağlamanız faydalı olacaktır.

Ayrılan ebeveynler çocuklarına nasıl yardım edebilirler?

Çocuğunuzun hala kendisini seven iki ebeveyni olduğunu bilmesini sağlayın.

Çocuğunuzu yetişkin endişelerinden ve sorumluluklarından koruyun.

Olup biten şeylerde sorumluluğun çocuklara değil, ebeveynlere ait olduğunu açıkça belirtin.

Çocuklarınıza karşı açık olun ve konuşun. Çocuğunuzun sadece neler olup bittiğini bilmesi gerekmez aynı zamanda soru sormanın uygun olduğunu hissetmesi de gerekir.

Çocuğunuzun kendisini güvende hissetmesini sağlayın. Her iki ebeveyni tarafından bakılacağından emin olması gerekir.

Çocuğunuzla geçirmek için bol bol zaman ayırın.

Çocuğunuzu görmek için yapılacak düzenlemeler konusunda güvenilir olun.

Arkadaş ve akrabalarını görmesi gibi, her zamanki etkinliklere ve rutinlerine devam etmesini sağlayın.

Çocuğunuzun hayatında mümkün olduğunca az değişiklik yapın. Bu, çocuğunuzun, zorluklara rağmen, sevdiklerinin hala onları önemsediğini ve hayatın makul derecede normal olabileceğini hissetmesine yardımcı olacaktır.

Yapmamanız gerekenler

Çocuğunuzu asla aranızdaki çatışmaya çekmeyin.

Çocuğunuzdan taraf tutmasını istemeyin: “Kiminle yaşamak istersin tatlım?”

Çocuğunuza diğer ebeveynin ne yaptığını sormayın.

Eski eşinize geri dönmek için çocuğunuzu ‘silah olarak’ kullanmayın

Eski eşinizi çocuğunuza karşı eleştirmeyin, suçlamayın.

Çocuğunuzun eski eşinizin rolünü üstlenmesini beklemeyin.

Eğer çocuğunuzun boşanmanın etkileri ile baş etmesine yardım etmekte zorlanıyorsanız, dışarıdan yardım isteyebilirsiniz. Bu süreç duyarlı bir şekilde yönetilirse, çocuk yeni durumuna daha iyi adapte olabilir ve uzun vadede zorluk çekmez.

Anne- babalar boşanma sırasında ve sonrasında çocuklarınızın sizden istedikleri var…

Hayatımda yer almak için ikinize de ihtiyacım var. Lütfen beni arayın, e-posta gönderin, mesaj yazın ve bana birçok soru sorun. Sen karışmadığın zaman, önemli olmadığımı ve beni gerçekten sevmediğini hissediyorum.

Lütfen kavga etmeyi bırakın ve birbirinizle iyi geçinmek için çok çabalayın. Benimle ilgili konularda anlaşmaya çalışın. Benim hakkımda kavga ettiğinizde, yanlış bir şey yaptığımı ve suçlu olduğumu düşünüyorum.

İkinizi de sevmek ve her birinizle geçirdiğim zamanın tadını çıkarmak istiyorum. Lütfen beni ve her birinizle geçirdiğim zamanı destekleyin. Kıskanç davranır veya üzülürseniz, taraf tutmam ve bir ebeveyni diğerinden daha çok sevmem gerektiğini hissediyorum.

Lütfen doğrudan birbirinizle iletişim kurun, böylece aranızda mesaj getirip götürmek zorunda kalmam. Bu durum beni fazlasıyla yorar ve yıpratır.

Birbiriniz hakkında lütfen sadece nazik şeyler söyleyin veya hiçbir şey söylemeyin. Diğer ebeveynim hakkında bir şeyler söylediğin zaman, benden senin tarafını tutmamı beklediğini hissediyorum.

Lütfen ikinizin de hayatımda olmasını istediğimi hatırlayın. Anneme ve babama beni büyüteceklerine, bana neyin önemli olduğunu öğreteceklerine ve sorunlarım olduğunda bana yardım edebileceklerine dair güvenmek istiyorum.

Her ne kadar çocuklar için güçlü duygular zor olsa da, aşağıdaki tepkiler boşanma sonrası çocuklar için normaldir;

Çocuklarınızın boşanmanızdan dolayı size karşı öfkeli ve kızgın olması ve bu duygularını dile getirmesi gayet normaldir.

Çocukların yaşamlarında büyük değişikliklerle karşılaştıklarında endişeli olmaları doğaldır.

Ailenin yeni durumuna ilişkin çocuğun üzüntü duyması normaldir ve üzüntü, umutsuzluk ve çaresizlik duygusuyla birleştiğinde, hafif bir depresyon şekli olabilir.

Çocuğunuzun ayrılık veya boşanma ile ilgili sorunlarla baş edebilmesi biraz zaman alacaktır, ancak zamanla kademeli olarak gelişme göstermesi gerekir.

Boşandıktan sonraki birkaç ay sonra işler daha da kötüye giderse, çocuğunuzun depresyon, endişe veya öfke içinde sıkışıp kaldığını görmeniz ek bir desteğe ihtiyacı olduğunun bir işareti olabilir. Çocuklarda boşanmaya bağlı olarak ortaya çıkan depresyon veya kaygı ile ilgili bu uyarı işaretlerine dikkat edin:

Aşırı uyuma veya uykusuzluk şeklinde uyku problemleri yaşaması.

Konsantrasyon bozukluğu yaşamaya başlaması.

Okulda sorun yaşamaya başlaması.

Uyuşturucu veya alkol bağımlılığı

Kendini yaralama, kesme veya yeme bozuklukları göstermesi.

Sık sık kızgınsa ya da şiddetli patlamaları oluyorsa.

Sevdiği kişiler ile görüşmüyor ise.

Daha önceden yaptığı ve sevdiği faaliyetlere ilgisizlik varsa.

Bu veya boşanma ile ilgili diğer uyarı işaretlerini çocuğunuzda görüyorsanız, çocuğunuzun öğretmenleri ile görüşün veya belirli sorunlarla başa çıkabilmek için bir uzmandan yardım alın.

 

Geçen akşam izlediğim bir filmde duygusal ve çok manidar bir sahneye şahit oldum. Baba ve oğul arasında geçen bir sahneydi, oğul babasına bana her şeyi verdin,  her imkanı sundun fakat beni bir kez olsun öpmedin, saçımı bir kez olsun okşamadın, beni hiç kucaklamadın diyordu. Baba sen bana beni sevdiğini hiç göstermedin diyordu. Bu sahne bir baba-oğul arasında geçti, bir baba-kız, bir anne-oğul veya bir anne-kız arasında da geçebilirdi. Ve etrafımızda yüzlerce binlerce bu tür örneğe rastlayabiliriz. Tabi ki anne-babalar evlatlarını çok severler ve değer verirler. Her türlü ihtiyaçlarını manevi ve maddi ellerinden geldiğince karşılamaya çalışırlar. Evet sevginin gösterilmesinde bir çok yol vardır. Onların istediği bir yemeği yapmak, aldıkları bir hediye, gittikleri bir futbol maçı, sayılması mümkün olmayan bir çok fedakarlık, bir çok paylaşım.  Fakat burada bahsetmek istediğim konu anne-babaların çocuklarını severken, onaylarken, takdir ederken onları sevgiyle kucaklamak, öpmek, belki de saçlarını okşamak, ya da sırtlarını sıvazlamak gibi davranışlarda bulunup bulunmadıklarıdır. Oysa ki sevginin bu şekilde gösterilmesi çok çok önemlidir. Toplumumuzda bazı kültürlerde anne-babaların çocuklarını kendi anne-babalarının yanında bu şekilde sevmeleri bile ayıp karşılanmıştır. Hatta çocuklarına sevgilerini bu şekilde gösterdiklerinde onların şımaracaklarını düşünen anne-babalar  var, bunlara günümüzde de şahit olmak mümkün.

Oysa ki bebekler yaşamın ilk evrelerinden başlayarak dokunulmayı, kucaklanmayı isterler. Anne-bebek arasında ki ilişkinin kurulmasında, güvenli bağlanmanın oluşmasında fiziksel temas çok önemlidir. Kucaklayarak, öperek, okşayarak kurulan ilişki bedensel temasa duyulan ihtiyacın karşılanmasında önemli rol oynar. Çocuğunu olduğu gibi kabul eden, onu destekleyen ve yüreklendiren aile üyeleri, çocuğun benlik değerinin tohumlarını ekmiş olur. Bunun yanı sıra çocuğu kabul belirtilerinden biri de kucaklamak, öperek sevmek gibi fiziksel temastır.

Bazı araştırma bulguları, psikosomatik hastalıkları olan kişilerin yeteri kadar yakın bedensel temasla, sevilme deneyimine sahip olmadıklarını, öpülüp kucaklanmadıklarını ortaya koymuştur. Psikosomatik rahatsızlıkların yanı sıra kişinin ebeveynlerinden gördükleri/görmedikleri fiziksel temas, ileride kişinin aşk hayatında da, cinsel hayatında da, kendi çocuklarına gösterecekleri yakınlıkta da ortaya çıkacaktır.

Biz toplum olarak duygularımızı ifade etmekte iyi değiliz. Duygularımızı tanımıyor ve onlarla yüzleşmiyoruz.  Kimsenin üzüldüğümüzü, kırıldığımızı, kızdığımızı, incindiğimizi, korktuğumuzu anlamasını istemiyoruz. Çünkü bunların anlaşılmasını bir zayıflık göstergesi olarak görüyoruz.

Duygularımızı hem zayıflık göstergesi olarak gördüğümüz için hem de karşımızdakini kırmaktan, üzmekten veya tepkisini çekmekten endişe duyduğumuz için ifade etmekten kaçınırız. Aksine duygularımızı doğru bir yolla ifade etmek, ilişkilerimizi iyileştirebilir, bir problemin çözülmesine ve ortadan kalkmasına sebep olabilir. İfade etmemek ise bir takım sıkıntılara sebebiyet verir. Bu sıkıntılar ikili ilişkilerde, evlilik yaşamında, iş ilişkilerinde, çocuğumuzla olan ilişkilerimizde, sosyal yaşantımızda, bedenimizde bir takım rahatsızlıklarla kendini gösterir.

Duygularımızı tanımayan ve ifade edemeyen bireyler olarak çocuklara da aynı bu şekilde davranıyoruz. Onların duygularını ifade etmelerine daha doğrusu duygularının farkında olmalarına olanak tanımıyoruz. Çocukların olumsuz tüm duygularını görmezden geliyoruz ve yüzleşmelerini istemiyoruz. Böylece çocuklar da duygularını tanıyamamış oluyorlar.

Daha sağlıklı bireyler olabilmek, daha sağlıklı ilişkiler kurabilmek ve çocuklarımızın da duygularını ifade edebilen bireyler olarak yetişmelerini sağlamak için ilk önce kendi duygularımızın farkında olmamız ve onları doğru ifade edebilen bir model oluşturmamız gerekir. Kendimize “Nasıl hissediyorum” sorusunu sorabilmeli ve buna cevap verebilmeliyiz. Unutmamak gerekir ki kendi duygusunu anlayamayan bir bireyin karşısındaki kişinin duygusunu anlamasını beklemek çok anlamsız olur.

Evlilik aile yaşantıları ve kültürleri farklı olan iki insanın aynı mekanı, aynı zamanı paylaşmaya başlamasıyla oluşan bir partner ilişkisidir. Sağlıklı ve mutlu bir evlilikte olması gereken 4 temel şey; SAYGI-SEVGİ-GÜVEN-BAĞLILIKTIR. Bu duyguların eksilmesiyle veya yara almasıyla birlikte evlilik kurumunda anlaşmazlıklar, çatışmalar ve iletişim problemleri çıkabilmektedir. Bu da evliliklerin sarsılmasına ve boşanmalara sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla evliliklerin bozulmasına, evlilikte sorunlar yaşanmasına sadece çocuğun doğumu sebebiyet vermez, çocuğun olmasıyla bozulan evliliklerde, zaten ters giden şeyler vardır, bununla birlikte çocuğun doğumu ile yaşanan değişimlere ayak uyduramamak aslında evlilikleri çıkmaza sürükler.

Evli çiftlerin çocuk sahibi olmasıyla yaşayacakları, duygusal tatmin ve güzellikler tartışılmayacak kadar çoktur, belki de hayatın en muhteşem yaşantılarından biridir. Bir yandan da yeni bir bireyin aileye katılması, evli çiftlerin hayatına öyle çok sorumluluk, kaygı, korku, yorgunluk ve karmaşa getirir ki tüm bu değişimlere alışmak ve bunlarla baş etmeyi öğrenmek uzun bir zaman alır. Evlilik yaşantısı da bu değişimlerden nasibini alır. Kimi çift bu değişimleri fark edip bize neler oluyor der, kendilerini ve evliliklerini sorgularlar, kimileri de bir farkındalık yaşayamadan birbirlerinden uzaklaşırlar. Aslında evli çiftlerin hayatı daha hamilelik ile birlikte değişmeye başlar. Hamilelik esnasında anne adayı birçok duygusal ve fiziksel değişim yaşar, her iki eş için de birtakım sıkıntılar ve stresli zamanlar yaşanır. Tüm bunlar eşler arasında iletişim problemlerine sebebiyet verebilir. Bebek doğduktan sonra hem kadın hem de erkek için hayat daha da zorlaşır. Artan ev işleri ve sorumluluklar ile birlikte yoğun, yorucu, stresli günler ve uykusuz geceler başlar. Bunun yanı sıra bebeğin aileye katılmasıyla birlikte, kutlamaya gelenler, bebeğin nasıl bakılacağı ile ilgili bilgilerini paylaşmaya gelenlerle ev dolar taşar ve çiftlerin birbirlerini görmeye sohbet etmeye, hal hatır sormaya vakitleri kalmaz.

Çiftler yaşamlarının, eşlerinin, evliliklerinin önceki hallerine özlem duyabilirler. Bize neler oluyor? Sorgulamaları yapılmaya başlanır.

Bu dönemde normal olarak kadının eşine olan ilgisinde azalmalar olur, bu durumun uzun sürmesi halinde de erkekler eşlerinden ve çocuklarından uzaklaşabilir. Kadının annelik rolünde kaybolması, kadınlığını unutması, evliliğine ve kendisine yeterli özeni gösteremiyor olması evliliklerde geri dönülmez yollara girilmesine sebebiyet verebilir.

Doğumu takip eden ilk iki yıl kritiktir. Bu dönemde karı-koca arasında anlaşmazlıklar ve tartışmalar sıklıkla tekrar edebilir. Önemli olan bu tartışmaların ve bu sıkıntılı sürecin nasıl yönetildiği, tüm olanlarla nasıl başa çıkıldığıdır. Bunlar evliliğin sağlıklı işleyişi ve çocuğun duygusal gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çünkü eşlerin evliliklerinden sağladıkları tatmin düzeyi ve buradan duygusal olarak beslenebilmeleri, çocuklarına gösterecekleri sevgi düzeyini de etkiler.

PEKİ NELER YAPILMALIDIR?

Gün içerisinde 15 dakika bile olsa, eşinizle çocuğunuz dışında ki konularda sohbet etmeye çalışın. Unutmayın ki çocukların sağlıklı bir ruhsal gelişimi için bir anneye olduğu kadar, bir babaya ve iyi bir karı-koca ilişkisi görmeye de ihtiyaçları vardır.

Eşinizle çocuğunuzun sorumluluklarını paylaşın, eşinizin de çocuğun bakımında yer almasına özen gösterin. Her şeyi tek başınıza halletmeye, mükemmel anne olmaya çalışmayın. Örn; siz çocuğun altını değiştirirken, babasından da mama yapmasını isteyebilirsiniz. Çocuğunuzu beraber yıkayın, beraber giydirin vs. Anneler gibi babaların da duygusal olarak çocuklarına bağlanabilmeleri için, çocuklarını tanıyabilmeler için, çocuklarıyla vakit geçirmeye ihtiyaçları vardır. Babalara da çocuklarıyla vakit geçirebilmeleri için fırsat verin. Eşinizin çocuk bakımında yapacağı hatalarla ilgili anlayışlı olun.

Bebek doğduktan sonra kadın ve erkek farklı kaygılar içerisinde olur. Birbirinizle yaşadığınız kaygı ve korkuları, hissettiklerinizi açıklıkla paylaşın. Anlaşılmadığınızı düşünmekten ziyade, kendiniz anlatamadığınız ve ifade edemediğinizi düşünün. Eşinizin sizin aklınızı okumasını beklemeyin ve siz de eşinizin aklını okumaya çalışmayın.

Önceden birlikte yapmış olduğunuz alışkanlıklarınıza, aktivitelerinize sahip çıkmaya çalışın. Örneğin, eşinizle yürüyüşe çıkmak, yemek yemek, sinemaya gitmek gibi etkinliklerinizi gerçekten terk etmek zorunda mısınız? Etrafınızda ara sıra çocuğunuza bakabilecek birileri belki bulunabilir.

Bebek sonrasında kadınlar uykusuzluk ve yorgunluk sebebiyle cinsel ilişki için yorgun düşebilirler. Bunun yanı sıra, yaşadıkları fiziksel değişimler yüzünden de cinsel ilişki için isteksizleşebilirler. Bazen kadınlar, anne olduktan sonra, kadınlık ihtiyaçları ve arzuları hissetmenin suçluluğunu yaşarlar. Bu geçmişten gelen öğretilerle ilgili olabilir. Bunun farkında olmak işe yarayabilir. Belki hamilelikte yaşadıkları veya doğum sonrası eşleriyle yaşadıkları bir takım sıkıntılardan ötürü veya eşin artan sorumluluklara yardımcı olmaması dolayısıyla ona karşı yaşadıkları öfkeden ötürü cinsel isteksizlikler yaşayabilirler. Bu sebepleri çeşitlendirmek zor değildir. Ama unutulmamalıdır ki cinsellik evliliğin ana sigortasıdır. Sorun her neyse bulunup, çözülmesi yoluna gidilmelidir.

Çocuğun bakımı ile ilgili yardım almak anneye iyi gelecektir. Aldığınız bu yardım sizin kendinize vakit ayırmanıza olanak tanıyacaktır. Kendinize ayırdığınız bu vakit, sizi mutlu edecek ve bu mutluluk bebeğinize ve evliliğinize daha güzel yatırımlar yapmanızı sağlayacaktır.

Annelik kadınlık şemsiyesi altındadır. Kadın-erkek olmak, anne-baba olmak, karı-koca olmak arasında ki dengeyi iyi kurmak gerekir.

Bir evliliğin sağlıklı gidişatı için eşler arasında düşüncelerin, duyguların, sorumlulukların paylaşılması, çocuklarla ilgili konularda mutabakata varılması çok önemlidir.

BİR DE ŞU PENCEREDEN BAKALIM;

Evliliğin kurulmasından itibaren eşler arasında yaşanmaya başlanan ve çözülemeyen iletişimsizlik, ilgisizlik, yaşamlarındaki önceliklerinde farklılıklar, köken alınan aileler, çocukların yetiştirilmesi ve onlarla kurulan ilişkiler, maddiyat, cinsellik, sosyal çevre, aile içerisinde ki roller gibi, normalde çözümlerinin rahatça bulunabileceği bu sıkıntıların; devamlı gündeme gelmesi, çözümlerinin bir türlü bulunamaması, karı-koca arasında paylaşılamayan, açıklıkla konuşulamayan, derinde var olan sorunlara işaret eder.

Kadın ya da erkek, ilişkisinde onu sıkıntıya sokan yakınlık/uzaklık, güven/güvensizlik, değer/değersizlik, tatmin/tatminsizlik, kontrol etme/kontrol edilme, birliktelik/yalnızlık, yeterli/yetersiz görülme, güçlü/güçsüz hissetme, beğenme/beğenilmeme gibi konuları birbirine açamaz. Bunları açmaktansa eşiyle arasındaki sıkıntılarını, kaygılarını görünen sorunlar üzerinden paylaşır. Bu konular konuşulurken gerçek duyguların üstü örtülür ve “olaylar” konuşulmaya başlanır. Çocuklarda bu olaylardan biridir. Kavgaların asıl altta yatan nedenleri başkayken, kavgalar çocuklar üzerinden yapılır aslında.

Normal şartlarda çocuklarla ilgili konularda zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanabilir ve bu durum çok doğaldır. Karı-kocaların sağlıklı ve tatminkâr bir ilişkileri varsa, farklı şekillerde anne/babalık yapacaklarını bilirler; farklılıklara anlayış gösterirler; eşlerine ve eşleri tarafından uygulanan anne-babalığa saygı duyarlar. Çocuğun iyiliği için alınacak kararlarda, değiştirilmesi gereken yaklaşım ve yöntemlerde işbirliği yapabilirler. Tartışsalar da, bazı yerlerde uyuşamasalar da, çocuğun iyiliği söz konusu olduğunda fikir birliğine varabilirler.

Diğer yandan, çocuklarla ilgili sık ve çözümsüz tartışmalar karı-kocanın ilişkisinde altta yatan gerçek problemlerin üstünü örtmeye yarar.  Karı-koca arasında yaşanan “nasıl anne-baba olunmalı”, “çocuk nasıl yetiştirilmeli”, “çocukla nasıl ilişki kurulmalı”, “çocuğa nasıl yaklaşmalı”, “çocuğa nasıl davranmalı” gibi konularda yaşanan tartışmaların çoğunlukla çocuklarla, çocuk yetiştirmedeki farklılıklarla hiç ilgisi olmaz.

Çocuklar ve çocuk yetiştirme karı-koca arasında problem haline geldiğinde aile içinde en çok şu kalıpları görürüz:

1. “Senin Çocuğun?” Kavgası: Sorunlu ilişkiler yaşayan karı-kocaların bir kısmı çocuklarıyla ilgili ortak bir hayali paylaşırlar. Çocuklarından benzer şeyleri beklerler. Çocuk onların hayalini gerçekleştirdiği, beklentileri karşılayabildiği sürece her şey yolunda gider. Ancak, herhangi bir nedenden dolayı çocukları anne-babasının beklentilerini karşılayamazsa, bu karı-kocalar evliliklerindeki problemleri çocuk üzerinden tartışmaya başlarlar. Genellikle de çocuklarının beklentilerini karşılayamamasının sorumluluğunu eşlerine yükleyerek, onları suçlamaya başlarlar. Bu karı-kocaların arasında “bu çocuk senin yüzünden böyle oldu”, “çocuk aynı sana/senin ailene benzedi”, “sen şöyle davransaydın, bu çocuk da böyle olmazdı” gibi suçlamalar duyulmaya başlanır. Doğaları gereği bu tartışmaların bir çözümü bulunamaz.

2. “Saçını Süpürge Eden Ebeveyn” Kavgası: Problemli evlilikleri olan karı-kocalardan bazılarında eşlerden biri, eşinden yeterli yakınlığı göremez. Evlilik ilişkisinden yeterli duygusal tatmini bulamaz, bu ilişkiden beslenemez, eşinin uzaklığından rahatsız olur. Bu kişinin eşiyle ilişkisine dair endişesi çok yüksektir. Genellikle kocasıyla ilişkisinde yaşadığı yetersizlik ve yalnızlık,  duygularını bastırmak, duygusal tatmin arayışını çocuğuyla gidermek isteyen  kadınlarda görürüz bu kalıbı. Anne çocuğa fazlaca yaklaşır, çocukla ilgili konularda fazlasıyla sorumluluk alır, çocuğun hayatına fazlaca girer. Çocuğuyla ilgili konular hayatının merkezindedir. Çocuğun her tavrını, her davranışını gereksiz yere fazlasıyla detaylı inceler. Annesinin kaygısını hisseden çocuk da, annesini rahatlatabilmek için annesine fazlaca yaklaşır; hayatını annesini memnun etmek üzere yaşamaya başlar. Babasından gittikçe uzaklaşır ve annesinin mutsuzluğundan babasını sorumlu tutmaya başlar. Anne bir yandan çocuğuyla yakınlığında duygusal ihtiyaçlarını doyururken, diğer yandan evliliğindeki sorunlardan kaynaklanan stresini azaltır. Bu arada eşlerinin babalık yapma şeklini, çoğunlukla da çocuğun yanında eleştirmeye başlar. Eşini uzak olmakla, çocuğa karşı ilgisiz olmakla, yetersiz kalmakla, sorumsuzlukla suçlarlar. Aslında çocukla ilgili bu yakınmalarının altında yalnız bırakıldığını, tatmin olmadığını, eşinin kendisini reddettiğini anlatmaya çalışır.   Bu ilişki kalıbında nadiren de olsa “saçını süpürge eden ebeveyn” babadır. Evlilik ilişkisi yetişkinlerin dünyasına aittir ve çocuklar buradaki sorunları anlayamazlar. Bu tip kavgalarda çocuğun anne-babasının ilişkisinden doğan kaygısı arttıkça, çocukta problemler ve çeşitli psikosomatik hastalıklar görülmeye başlanır

3.“Sorumsuz Ebeveyn” Kavgası: Çocuğuyla yakınlaşarak evliliğindeki problemlerin üstünü örten ebeveynin çocuğuyla ilişkisi öyle yakın ve iç içedir ki, diğer ebeveyne çocukla ilişki kurabilmesi için yer kalmaz; anne/çocuk ya da baba/çocuk ilişkisi içine girmeyi başaramaz. Bazen de evliliğindeki sorunları görmemek için evinden, ailesinden, çocuğundan uzaklaşmaya başlar. Bu noktada evliliğinde yaşadığı sıkıntıyı işiyle, arkadaşlarıyla, bir sevgiliyle, başka uğraşlarla ya da davranışlarla gidermeye çalışır. Bu kalıbın içine daha çok erkekler girmekte ve “sorumsuz baba” olarak görülmektedirler. Bu babalar çocuklarında gördükleri her sorunun kaynağını eşleri gibi yaşarlar. Çocuklarının tavır ve davranışlarını, kişilik ilişkilerini eşlerine ve eşlerinin ailesine benzetmeye başlarlar. Neticede çocuklarıyla aralarındaki mesafe gittikçe fazlalaşır. Çocuk bir ebeveyninden (genellikle de babasından) mahrum kalır. Bir yandan mahrum kaldığı ebeveynini aileye geri kazandırabilmek, diğer yandan anne-babasını birbirine yaklaştırmak isteyen çocukta sıklıkla problemler görülür. Çocuktaki problemi çözmek için karı-koca ortaklık yaparlar ve çocuklarındaki problemler için doktorlara ya da terapistlere başvururlar. Karı-koca arasındaki sorunu kabul etmediği sürece çocuklardaki problemler nadiren çözülür.

Sağlıklı bir karı-kocalık ilişkisi olan ailelerde çocuk hem annesiyle hem de babasıyla farklı ve özel bir ilişki kurar. Diğer yandan sağlıklı ilişkilerin yaşandığı ailelerde, karı-kocalık ile anne-babalık birbirinden ayrı tutulur. Karı-kocalar, karı-koca oluşlarını, çocuklarıyla kurdukları ilişkilerinden ayrı tutabilirler. Bu ailelerde karı-kocalar, anne-babalık işlevlerini ve görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmek için evliliklerini duygusal olarak besler; karı-kocalık ilişkilerini tatminkar tutmayı sağlamanın, birbirleriyle özel ve yakın bir ilişki kurabilmelerinin yollarını bulurlar. Buna rağmen, karı-kocalık ilişkilerinin bitirme kararı alsalar dahi evliliklerindeki olumsuzlukları çocuklarına ve anne-baba oluşlarına yansıtmamayı başarırlar. Her halükarda bilirler ki, karı-kocalıkları bitse bile, çocukları için anne-babalıkları devam edecektir.

Tüm çabalamalarınıza rağmen halen daha ters giden bir şeyler seziyor ve üstesinden gelemiyorsanız bireysel olarak veya çift olarak bir evlilik terapistinden mutlaka yardım alın.