Yazar: Sezen Salihoğlu Sağlam

Obsesyon, istemeden akla gelen, rahatsız edici, kişinin iradesiyle zihninden uzaklaştıramadığı, inatçı, tekrar eden düşünceler, davranışlar veya imgelerdir.

Kompulsiyon ise, obsesif düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak ve korkulan sonuçların oluşmasını engellemek için yapılan davranışlar veya zihinsel eylemlerdir.

Başlıca obsesyonlar bulaşma, dini-cinsel içerikli düşünceler, kendine veya başkasına zarar verme ile ilgili düşünceler, simetri-sayma-sıralama obsesyonları ve biriktirme-istifleme obsesyonlarıdır. Örneğin, bulaşma takıntısı olanlar başkalarıyla tokalaşmaktan, oturulan bir yere oturmaktan rahatsızlık duyarlar, çünkü kendilerine bulaşacağı veya kirlenecekleri korkusu yaşarlar. Simetri ile ilgili obsesyonu olanlar, duvarda düz durmayan bir tablodan fazlaca rahatsız olurlar. Dini obsesyonları olanlar, inançsızlık ve cezalandırılma korkusu yaşarlar. Acaba Tanrı’ya küfür mü ettim? Sorguladığım için günahkâr mıyım? gibi takıntılı düşüncelere sahip olurlar.

Kompulsiyonlar ise evden çıkmadan önce ütünün fişini çekip çekmediğini defalarca kontrol etmek hatta yoldan dönmek, kapıyı kilitleyip çıktığı halde tekrar dönüp dönüp kontrol etmek, yeterince temizlenmediği düşüncesiyle saatlerce banyoda kalmak, duvarda yamuk duran tabloyu kalkıp defalarca düzeltmek, dışarıda bulduğu eşyaları eve getirerek biriktirmek gibi eyleme dökülen yineleyici davranışlardır.

Peki tüm bunların OKB’mi yoksa günlük davranışlar mı olup olmadığını nasıl ayırt edebiliriz?

Çoğu kişinin bazı alışkanlık ve ritüelleri vardır. Mesela tedbirli olmak için yaptığımız bazı kontroller vardır. Gece yatmadan kapıyı kilitleyip kilitlemediğimize bakmak, çayın altını kapadık mı diye evden çıkarken kontrol etmek gibi. Bunlar normal davranışlardır, ama kapıyı kilitleyip yatıp sonrasında tekrar tekrar kalkıp kontrol etmek normal değildir. Yani bu düşünceler ve davranışlar, zihnimizi devamlı meşgul etmiyor, yaygın bir endişeye sebep olmuyor ve günlük akışımızı etkilemiyorsa bunların obsesif kompulsif bozukluk olduğunu söyleyemeyiz.

OKB ve EMDR Terapisi

Emdr terapisine göre ruhsal bozuklukların temelinde geçmişte yaşamış olduğumuz travmatik anılar ve olumsuz yaşam deneyimleri vardır. Emdr’ye göre zihnimizde uygun olmayan şekilde depolanan anıların kişide gelecek yıllarda işlevsel olmayan düşünce ve davranışlara neden olduğu kabul edilir. Obsesyonlar ve kompulsiyonlar da geçmişte yaşanmış ve işlenmemiş travmatik anıların dışa vurumudur. Emdr terapisi ile bu travmatik anılar ele alınarak tüm işlevsel olmayan travma bileşenleri işlevsel olanlar ile yer değiştirir. Bu şekilde obsesyon ve kompulsiyonlar ile bağlantılı olan anılar da çalışılarak, OKB ile ilgili semptomların azalması sağlanır. Emdr terapisinin obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde diğer terapi yöntemlerine göre daha kısa süre sürdüğü ve daha etkili olduğuna dair araştırmalar bulunduğu söylenmektedir.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Anılarımız hem olumsuz semptomların hem de akıl sağlığının temelidir. Fark ise anıların beyinde depolanma şeklindedir. Eğer işlenememişlerse, fazlaca tepki göstermemize ve çevremizdekileri incitecek şekilde davranmamıza sebep olur. Eğer işlenmişlerse sevdiklerimize ve kendimize yararlı olan şekillerde tepkiler vermemize neden olurlar. EMDR terapisinde anılar belirlenir ve işlenirler, çünkü var olan semptomların çoğu işlenmeyen anılar yüzündendir. Dünyada gezindiğimiz şu anda, olasılıkla işlenmemiş bellek ağlarına bağlanmakta olan çeşitli olaylar meydana gelmektedir. O zaman çocukluk duygu ve algılarımız ortaya çıkmakta ve tepkilerimizi bilinçli olarak etkilemektedir. Eski olayın biz de, “hah işte, bu şekilde hareket ediyorum çünkü annem beni kreşten almayı unutmuştu” diyen bir görüntüsü uyanmaz. Biz sadece olayla bağlantılı olan duyguyu taşırız. Bu bilinçdışı anıları belirlediğimiz ve işlediğimiz andan itibaren olumsuz duygular ve fiziksel duyumsamalar da artık ortaya çıkmaz. İşte o zaman şimdiki zamanda tam bir yetişkin olabilir ve ona göre davranabiliriz.

Bazen çocuklukta yaşanılan bir olay o kadar rahatsız edici olabilir ki, bu rahatsızlık beynin doğal işleme yetisini tamamen bastırır ve olayla bağlantı tamamen kesilir ve kişi olayı hiçbir şekilde anımsayamaz. Eğer kişide bir semptom varsa, buradan anlaşılması gereken şey bu semptoma neden olan veya onu fazlalaştıran bir yaşantının olduğudur. İster bilinçli olarak hatırlansın, isterse hatırlanmasın mutlaka bir şey olmuştur. Bazı acı veren anılar inatçı olur. Bunun nedeni bazı olaylardan duyulan rahatsızlığın çok yüksek düzeyde olmasıdır, öyle ki beynin bilgi işleme sistemi bozulur ve anıyı kendi başına çözüme götüremez.  Örneğin; çocukken tacize uğramış bir kadın, kendisini bir canavarın kovaladığı karabasanlar görebilir. O anı EMDR seanslarında ele alındığında, adeta bir örtü kaldırılmış gibi olur ve duygusal rahatsızlığın sebebi açıkça ortaya çıkar. Canavar onu çocukluğunun geçtiği evde kovalayan tacizcidir.

Yani anlaşılacağı üzere, EMDR terapisi ile olumsuz duygu, duyumsama ve inanışları içeren işlenmemiş anılar hedef alınarak beynin bilgi işleme sisteminin harekete geçirilmesi suretiyle, eski anılar kısa bir zaman içinde “hazmedilebilir” bir hale gelmektedir. Yani yararlı olan şeyler öğrenilir, yararsız olanlar atılır ve anı bellekte artık zarar vermeyecek şekilde depolanır.

Klnk.Psk.Sezen Sağlam

Kaynak:  Acı Anıları Silmek. Francine Shapiro

En zor ilişki kararlarından bir tanesidir, sizi aldatan eşinize ikinci bir şans verip vermemek. Özellikle de bu karar eşiniz size yalan söylediyse, sizi manipüle ettiyse, yaşadığı diğer ilişkiyi ört bas etmeye çalıştıysa daha da zordur.

Fakat eşiniz genel anlamda güvenilir ise, aldattığından pişman ve gerçekten bundan sonrası için sadık kalacağına söz veriyorsa, birbirinizi sevdiğinize ikna olduysanız o zaman ne yapmalısınız?

Aldatma her zaman evliliğinizin bittiği anlamına gelmez, özellikle de eşiniz gerçekten yaptığından pişman olduysa. Özellikle uzun süredir evliyseniz, çocuklarınız varsa, bu evliliğin devam etmesi için bir umut olarak düşünülebilir.

Fakat ne olursa olsun bundan sonra ikiniz de evliliğinizin, aranızdaki bağın artık eskisi gibi olmayacağını bilmelisiniz. Eğer bir şeylerin değişmesini istiyorsanız hiçbir şey olmamış gibi davranmamalısınız. İkinizin de bu evliliğe dair yapılması gereken çok şeyin olduğunu bilmesi gerekir. Eşinize ikinci bir şans vermeden önce, yaşadığınız acıdan ve öfkeden kurtulmak, güven ilişkinizin yeniden onarılması, yeniden aranızda ki yakınlığın inşa edilmesi ve iletişimin güçlendirilmesi üzerine düşünmelisiniz.

Kendinize Şu Soruları Sormalısınız

  • Eşiniz sizi ilk defa mı aldattı?
  • Eşiniz aldatmanın sizde sebep olduğu duyguları anlayabiliyor mu?
  • Eşiniz aldatmayı bir sorun olarak görüyor mu?
  • Aldatmanın sebepleri ne olursa olsun eşiniz kendisinde değiştirilmesi gereken yönlerin olduğun kabul ediyor mu?
  • Eşinizin gerçekten pişman olduğuna inanıyor musunuz?
  • Eşiniz bu konuda çift olarak ve bireysel olarak yardım almayı kabul ediyor mu
  • Eşinizle bundan sonra neşeli, huzurlu bir evlilik sürdürebileceğinize inanıyor musunuz?
  • Eşinizin ilişki kurduğu kişiyle tüm bağları koptu mu?
  • Eşinize bir daha güvenebileceğinize inanıyor musunuz?
  • Evliliğinizin kurtarılmaya değer olduğunu düşünüyor musunuz?
  • Eşinizi affedebilir misiniz yoksa bu durumu devamlı evliliğinizde sıcak bir halde mi tutarsınız?
  • Eşinizden intikam almayı veya misilleme yapmayı düşünüyor musunuz?
  • Evliliğiniz üzerinde çalışmaya ve sorunlarınızı çözmeye hazır ve istekli misiniz?
  • Eşiniz yakalandığına mı üzülmekte yoksa size yaşattığı acıya mı üzülmekte? Bu önemli bir ayrıntıdır.

Bu soruları kendinize sormak ve dürüstçe cevap vermek bundan sonrasında ne yapacağınızı, eşinize ikinci bir şans verip vermeyeceğinizi anlamanıza yardımcı olabilir. Eğer tek başınıza bu soruların cevaplarını bulmakta zorlanıyorsanız bir uzmandan mutlaka yardım almayı düşünmelisiniz.

Diyelim ki eşinize ikinci bir şans vermeye karar verdiniz, o zaman eşinize bunun son bir fırsat olduğunu ve tekrarlanırsa artık başka bir şansının olmayacağını söyleyebilirsiniz. Ayrıca eşinize, kendisine şans vermenizin, bu konuda uzlaşmaya, bir şeyleri düzeltmeye çalışmak isteğinde olmanızın, aldatma davranışına göz yumduğunuz anlamına gelmediğini anlatmak önemlidir. Bunun yanı sıra aldatan eşin, neden aldattığına dair açıklamalar yapması, eşinin sorularını cevaplaması, gerçekten özür dilemesi, bundan sonrası için dürüst ve güvenilir olması önemlidir. Örneğin, eşinizin telefon mesajlarına, maillerine, sosyal medya hesaplarına erişebilme isteğiniz olabilir ve aldatan taraf bu şeffaflığı sağlamayı kabul etmelidir. Çizilen bu sınırlar ile hem eşiniz sorumluluk alır, hem de siz kendinizi daha güvende hissedersiniz.

Kendinize Karşı Acımasız Olmayın

Aldatılan çoğu eş bunu kişisel olarak algılar, kendilerini suçlayabilir, kendilerinin iyi, güzel, değerli vs olmadığına inanarak, eğer farklı olsalardı aldatılmayacaklarına inanabilirler. Ama bu inanç gerçeklerden uzak bir inançtır. Kendinize verdiğiniz değer, ne olursa olsun eşinizin sizinle ilgili görüşlerine bağlı olmamalıdır. Aldatma ile ilgili sorumluluk eşinize aittir, evet belki bir uzman yardımı alarak düzeltilmesi gereken hususlar vardır, fakat sebep ne olursa olsun bu durum aldatmayı mazur göstermez.

Sonuç olarak, seçeceğiniz yolun ne olacağına kimse sizin yerinize karar veremez. Kendiniz ve evliliğiniz için doğru olanı ancak siz belirleyebilirsiniz. Seçiminiz konusunda bir karar almadan önce bu konuyla ilgili bilgi ve danışmanlık almak en sağlıklısı olacaktır. Bir evlilik terapisti veya danışmanla görüşmek doğru seçimi yapmanıza yardımcı olabilir.

Klnk.Psk. Sezen Sağlam

 

Kaynak: https://www.verywellmind.com/giving-cheating-spouse-second-chance-2303074

Aldatma travmatik bir durum olup, bir evlilikte karşılaşılabilecek en zorlu problemlerden birisidir. Bazı eşler aldatıldıklarını öğrenmelerine rağmen duruma kör olabilirken, bazıları ise eşinin anormal davranışları nedeniyle aldatıldığından şüphe edebilir. Eşinizin aldattığına dair birçok işaret olabilir. Tabi ki bu işaretler kesin doğruluğu yansıtmayıp, kişiden kişiye ve yaşanılan durumlara göre de ortaya çıkabilir.

 

Eşinizle Olan İletişiminizdeki Değişiklikler

  • Artık eşinizin sizinle eskisi gibi iletişim kurmasını sağlayamıyorsanız
  • Söylediklerinizi duymazdan geliyorsa
  • Rahatsız edici bir konudan kaçınmak için konuyu değiştiriyorsa
  • Siz daha tek kelime bile söylemeden öfkeleniyorsa
  • Sorduğunuz soruları cevaplamayı reddediyorsa
  • Mevcut sorun hakkında konuşmak yerine suçlamalarda bulunuyorsa
  • Konuşmaktan kaçınmak için sizi devamlı erteliyor ve bahaneler buluyorsa

 

Görünümünde ve Hobilerinde Değişiklikler

Elbette ki görünümünde değişiklikler yapan ve her hobi edinen eş aldatmıyordur, ama ilginizi çeken ve düşünmeniz gereken durumlar olabilir.

  • Eşiniz her zamankinden daha farklı ve güzel giyiniyor veya görünüşüne karşı ani bir ilgisi oluştuysa
  • Eşiniz, günde birkaç saat alışılmadık yeni bir hobi ediniyorsa. Siz onun bu yeni edindiği hobilerine ilgi gösterdiğinizde, verdiği cevaplar belirsizlik içeriyor veya sizde üzüntü yaratıyorsa.
  • Eşiniz işte daha uzun saatler çalışıyorsa.

 

Davranış Değişiklikleri

Eşinizin davranış değişiklikleri tabi ki her zaman bir sadakatsizlik varlığını göstermez. Kişi yaşadığı bir takım problemler veya iş stresi gibi konular yüzünden de değişik davranışlar sergileyebilir. Belirtilen sebepler bir aldatmanın varlığını işaret ediyor olabilir de olmayabilir de.

  • Eşiniz size veya çocuklarınıza karşı eskisinden daha olumsuz ve aksi davranıyorsa.
  • Eşiniz sizi daha çok eleştiriyorsa.
  • Eşiniz sizinle veya çevresindekilerle daha sık kavga ediyorsa.
  • Sadakatsizlik veya ilişkilerden bahsettiğinizde eşiniz çok savunmacı bir tavır sergiliyorsa.
  • Aldatma konusunda bir güvence istediğinizde, verdiği cevap size tatmin edici gelmiyorsa.

 

Yalan ve Kaçınma

Evlilikte sahtekârlık bir alarm durumudur. Yalan ve kaçınma stratejileri, eşinizin aldatıyor olabileceğini gösterebilir.

  • Eşinizin sizden devamlı kaçtığını fark ediyorsanız.
  • Artık sizinle bir yerlere gitmek ya da bir şeyler yapmak istemiyorsa.
  • Eşinizin size çeşitli konularda yalan söylediğini fark ediyorsanız.
  • Eşinizin sırrına ortak olan arkadaşları, sizin yanınızda endişeli tavırlar sergiliyorlarsa.
  • Eşinizin şeffaflığının kaybolduğunu ve daha gizemli göründüğünü fark ediyorsanız.
  • Eşinizin gözlerinin etrafta kontrolden çıkmış gibi gezindiğini fark ediyorsanız.
  • Eşiniz sizi kendisini aldatmakla suçluyorsa.

 

Kayıtsızlık ve İlgisizlik

Eşiniz eskiden yapmayı sevdiği şeylere karşı ilgisizlik göstermeye başlayabilir. Böyle bir durumla karşılaştığınızda eşinizle bu durum hakkında konuşun. Eğer bu durumun gerçekçi sebepleri yok ve siz aldatıldığınızdan şüpheleniyorsanız bu değişim başka bir ilişkinin varlığını gösterebilir.

 

Seks Hayatınızdaki Değişiklikler

Evliliğinizde zaman zaman seks yapma sıklığınızda değişiklikler olabilir.  Ancak aşağıdaki işaretler başka bir ilişki olasılığını da gösterebilir.

  • İlişkinizde önemli ölçüde yakınlığın ve paylaşımlarınızın azaldığını fark ediyorsanız.
  • Seks hayatınızda önemli ölçüde azalmalar oluyorsa.
  • Sekste daha önce hiç olmayan fakat eşinizin denemek istediği pek çok yeni şey dikkatinizi çekiyorsa.
  • Cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonunuz olduğunu fark ettiyseniz.

 

Parasal konular

Hemen hemen tüm evliliklerde zaman zaman, maddi olarak sıkıntılar yaşanabilir. Ancak evliliğinizde dikkatinizi çeken bazı harcamalar olabilir.

  • Kredi kartı ekstrelerinde eşinizin yapmış olduğu ekstra harcamalar dikkatinizi çekiyorsa.
  • Daha önceden sorun olmayan harcamalar ikinizin arasında sorun yaratmaya başladıysa.

 

Teknoloji Kullanımındaki Değişimler

Aldatma genellikle çevrimiçi veya kısa mesajlarda ortaya çıkar. Ve eşiniz hiç olmadığı kadar teknolojiyle ilgilenmeye başlayabilir. Aşağıdaki işaretler dikkat çekici olabilir.

  • Eşiniz günün belirli saatlerinde aniden ulaşılamaz durumda oluyorsa.
  • Eşiniz telefonuna şifre koymuş veya şifresini değiştirmiş ve sizinle paylaşmak istemiyorsa.
  • Eşiniz her zaman telefon görüşmeleri yapmak için gizlice ortalıktan kayboluyorsa.
  • Eşiniz ortak paylaştığınız cihazları artık kullanmayı tercih etmiyorsa.
  • Eşinizin sosyal medya kullanımı fazlalaştıysa bir aldatmanın varlığından şüphelenebilirsiniz.

 

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Kaynak: https://www.verywellmind.com

 

Bir ilişkinin en başında narsisizm işaretlerini anlamak genellikle zordur, ancak vakit geçtikçe bu işaretleri görmek daha kolaylaşabilir. Eşinizin narsist olup olmadığını nasıl anlarsınız? Aşağıda merak ettiğiniz cevapları bulabilirsiniz.

1-Böyle bir partneriniz varsa kendinizi ilişkiye bağlı hissetmeyebilirsiniz. Genellikle bu yapıdaki eşler ile gelecek planları yapmak, hayalini kurduğunuz yaşam için birlikte karar verip bir şeyler için çabalamak zordur. Çünkü bu kişiler genellikle kendileriyle ilgilidirler, kendileriyle fazlasıyla övünürler, eşlerine nadiren ilgi gösterirler. Onların mutlulukları tamamen iş ve para konusundaki prestijlerine bağlıdır.

2-İlişkiniz boyunca onların isteklerini yapmazsanız veya onların istediklerini vermezseniz iyi şeyler olmayacağını hissedebilirsiniz. İlişki içerisinde sizi inceden inceye tehdit ettiklerini anlarsınız. Bundan dolayı da aynı fikirde olmadığınız, istemediğiniz durumlarda bile sadece huzursuzluk olmasın diye onların isteklerini yaparsınız. Bu narsistik eşlerin istediklerini yaptırmak için manipüle etme yollarından biridir.

3-Hayatınızda başardığınız birçok şey olmasına rağmen halen yetersizlik duyguları yaşarsınız. Çünkü eşiniz ilişkiniz içerisinde devamlı sizi küçük düşürme veya yaptığınız şeyler hakkında olumsuz yorumlar yapma eğiliminde olur. Bundan dolayı bir türlü kendinizi iyi hissedemezsiniz.

4-Narsist bir eş ile sohbet etmek zor olabilir, çünkü tepki vermenizi sağlamak için sürekli sizin düğmelerinize basmaya çalışabilir, çünkü başkalarının duygularını kontrol etmek kendilerini aşırı tatmin eder. Onunla sohbet ederken kendinizi akıl oyunlarıyla uğraşıyor gibi hissedebilirsiniz.

5-Narsistler bir şeyi yanlış bile yapsalar her şeyin her zaman başkasının hatası olduğunu düşünürler. Narsist eşiniz özür dilemez, çünkü diğer insanları kendileri ile eşit düzeyde görmezler. Davranışlarının sorumluluklarını almazlar ve hep başkalarını suçlarlar. Her şeyin sizin yüzünüzden olduğunu söylerler ve bu da size doğru yaptığınız hiçbir şey yokmuş hissini verir.

6-Böyle bir eş ile evliyseniz eğer, eşinizin ruh halinin ne zaman nasıl olacağını tahmin etmeniz zordur. Kendinizi yumurta kabukları üzerinde yürüyor gibi hissedebilirsiniz. Bir an her şey eşiniz için yolunda gibi görünüyorken, bir an ona kendisini kötü hissettiren bir şey olabilir ve öfkelenebilir. Böyle bir ilişki içinde kendinizi kaybolmuş hissetmeniz muhtemeldir. Çünkü bir süre sonra her şeyi eşinizi mutlu etmek için yapıyor olarak bulabilirsiniz.

7-Dışarıdan bakıldığında herkes eşinizi çekici ve mükemmel bir eş olarak görüyor olabilir. Bunun nedeni narsistlerin topluluk içerisinde gerçek renklerini göstermemelerinden kaynaklanır ama siz eşinizle yalnız kaldığınızda durum hiçte böyle değildir.

8-Bir narsist eşini sürekli eleştiriyor olabilir, eşinin kilosu, giysileri, saç şekli konusunda devamlı yorumlarda bulunabilir. Tüm bunları eşini küçük düşürecek şekilde dalga geçerek, eşinin yüzüne karşı veya arkasından yapabilir.

9-Narsist eş çoğunlukla kendi ihtiyaçları ile ilgilenir. Bir olay yaşandığında bu yaşanandan kendilerinin nasıl etkilendikleri üzerine kafa yorarlar, eşleri veya çocukları ile ilgili düşünmezler. Eşine veya birlikteliğine değil, sadece kendilerine yararı dokunacak şeyler yaparlar.

10-Bir narsist genellikle usta bir flörtözdür, çekicidir ve insanların ayaklarını yerden kesmeyi iyi bilir. Bu hallerinden dolayı kendinizi eşinizin sadık olup olmadığını sürekli sorgularken bulabilirsiniz.

11-Onunla ilk flört etmeye başladığınızda, size kendinizi dünyanın en harika insanı gibi hissettirebilir. Fakat ilişkiniz ilerledikçe ve bir takım sorunlar ortaya çıkmaya başladıkça eşiniz sizi değersizleştirmeye ve görmezden gelmeye başlar. Bu da onların, kendilerini ilk başta gösterdikleri kişi olmadıklarını kanıtlayan bir durumdur. Başlarda sizi kendisine bağlamak için aşk bombardımanına tutarken,  evlendikten sonra durum farklılaşır.

12-Sizinle olan ilişkisinde kendisini kötü hisseden narsist eş sessiz kalarak sizi kontrol etmeye çalışabilir. Tekrar kendisini iyi hissedene kadar sizin varlığınızı görmezden gelir ve sevgisini esirger. Genellikle bunu kendileri bir fayda sağlayacakları zaman yaparlar.

13- Söz verdikleri zaman o sözü tutup tutmayacaklarından emin olamazsınız. Narsistler vaatlerde bulunup ve daha sonra bu vaatleri yerine getirmemekle ün salmışlardır. Bir narsistle evli olduğunuzda güvenebileceğiniz bir eşiniz varmış gibi hissedemeyebilirsiniz ve kendinizi her şeyi yapmak zorunda olarak bulabilirsiniz.

14-Narsistler değişmeye istekli değillerdir. Çünkü böyle bir istek onların yanlış olduklarını kabul etmeleri anlamına gelir ve hiçbir narsist bunu kabul etmez. Ancak bazı narsistler gurur duyarak kendilerinin narsist olduğunu kabul eder ve değişmesi gerekenlerin başkaları olduğunu söylerler. Eğer eşiniz davranışlarını değiştirmek istemiyorsa, bu bir narsistle evli olduğunuzun göstergesi olabilir.

15-Narsist eşiniz sizin doğru bildiğiniz her şeyi sürekli inkâr edebilir. Yapmış olduğunuz bir davranışı veya söylemiş olduğunuz bir sözü o şekilde yapmadığınıza veya söylemediğinize sizi inandırmak için uğraşabilir. Eşiniz davranışlarınız hakkında yalanlar söyleyebilir ve gerçekleri çarpıtmaya çalışabilir. Ve bu durumda siz kendinizden şüphe etmeye başlayabilir ve deliriyormuş gibi hissedebilirsiniz.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Kaynak: www.verywellmind.com/

Sınır koyma, insanların size yaklaşmalarına duygusal olarak ne kadar izin verdiğiniz olarak tanımlanabilir. Ayrıca sınırlar, bir ilişki içinde çizgiyi çizdiğiniz yerdir. Çizdiğiniz bu çizgiler sizin “siz” olarak kalmanıza, evlilik içerisinde kimlik duygunuzu ve kişisel alanınızı korumanıza yardımcı olur ve bu durumda evliliğinizin daha sağlıklı ilerlemesine olanak sağlar. Aslında tüm sağlıklı evliliklerin sınırlara ihtiyacı vardır.

İlişkide sınırlar eşlerin birbirilerine saygı duyduğunu ve sevildiğini hissetmelerini sağlar. Ayrıca sınır koyarak eşler ilişkideki bağımsızlıklarını da korumuş olurlar ve böylelikle ilişkinin içerisinde tamamen kaybolmazlar.

Evlilikte Hangi Alanlarda Sınırlar Oluşturulmalıdır?

1-Eşler kişisel mahremiyetleri ile ilgili alanlarda sınır koymak isteyebilirler, bunların neler olduğu konusunda karşılıklı tartışarak karar verilebilir. Mesela çiftler birbirlerinin telefonlarını karıştırmama, e-posta ve sosyal medya hesaplarını kurcalamama, geçmiş ile ilgili ayrıntılı bilgiler isteme konusunda baskıcı olunmaması gibi konularda sınırlarını koyabilirler.

2-İletişim halindeyken birbirlerine bağırmama, birbirlerine herhangi bir lakap takmama gibi konularda sınır koyabilirler.

3- Ev içerisinde yapılacak işler, ebeveyn olarak alınacak sorumluluklar, birlikte ortak geçirilecek zamanlar konusunda sınırlar belirlenebilir.

4-Herkes kendi çalışma zamanı ve bireysel geçirmek istedikleri zaman ile ilgili sınırlarını koyabilir. Bunlar ortak geçirilecek zamanlar göz önüne alınarak planlanırsa daha anlaşılabilir ve dengeli bir durum ortaya çıkar.

5-Ekonomik konularda da sınırlar koyulabilir. Mesela, para konusunda şeffaf olunması, para ve borç saklanmaması, bir şey satın alırken eşlerin birbirlerine ne kadar bir limite kadar haber vermeyecekleri gibi.

6-İlişkinin kuralları, mesela eşler sadakat, bağlılık, güven ve saygı konusunda birbirinden beklentilerinin neler olduğu konusunda tartışarak, sınırlarını koyabilirler.

7-Diğer insanlarla sosyal ilişkileri konusunda, mesela köken ailelere ne kadar sıklıkta gidileceği, ailelerin onların iç işleri hakkında ne kadar bir bilgiye sahip olabilecekleri gibi konularda sınırların konulması uygun olacaktır.

Eşinize Sınırlarınızı Nasıl Anlatmalısınız?

1-Eşinizle sınırlarınızı paylaşırken, net bir dil kullanın. Böylece eşiniz istek ve taleplerinizi herhangi bir belirsizlik olmadan tam olarak anlayabilir.

2-Sınırlarınızı belirleme noktasında ihtiyaçlarınızı ve duygularınızı eşinize anlatırken “ben” dilini kullandığınızdan emin olun.

3-Kendisine koymak istediğiniz bu sınırın neden önemli olduğunu mutlaka anlatın bunu anlatmanız eşinizin isteklerinizin mantığını anlamasına yardımcı olur.

4- Sınırlarınızı paylaştıktan sonra eşinizi dinleyin ve bu sınırların ona nasıl geldiğini anlatmasına izin verin.

5-Sınır ihlali gerçekleşirse neler yapılabileceği ile ilgili kararlar alın.

Sınırları belirlemek biraz zor olabilir. Evliliğinizde kendinizi ifade etmekte ve sınırlarınızı koymakta zorlanırsanız bir evlilik terapistinden yardım almanız faydalı olabilir.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Narsistik bir partner ilişkiyi nasıl olumsuz etkiler?

Narsistik ilişkiler çok zorlayıcı ilişkilerdir. İster eşler arasındaki ilişkilerde, ister arkadaşlık ilişkilerinde, isterse de ebeveyn-çocuk ilişkilerinde olsun,  narsist kişiler genellikle başka birini gerçekten sevmekte zorlanırlar, bununda sebebi gerçekten kendilerini sevmemeleridir.  Kendileriyle çok fazla meşguldürler. Partnerlerini gerçekten ayrı bir kişi olarak “göremezler”. Partnerlerini yalnızca ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları veya ihtiyaçlarını karşılayamadıkları açısından görme eğilimindedirler. Eşlerine ve çocuklarına yalnızca bu ihtiyaçları karşılama yetenekleri açısından değer verirler. Narsist kişiler genellikle eşlerinin duygularıyla empati kurma becerisinden yoksundurlar. Bu empati eksikliği, birçok zor duyguya da yol açar. Fakat buna rağmen birçok kişi kendisini narsistik bir partnerle ilişki içerisinde bulur.

Narsist partnerler, özellikle başlangıçta çok çekici olabilirler, özellikle ilişkilerinin başlarında partnerlerine etkileyici tavırlar gösterirler,  cezp edici hediyeler alırlar, iltifatlar ederler ve bu baştan çıkarıcı tavırlarla partnerlerini etki alanlarına almayı başarırlar.  İlişki başladıktan kısa bir süre sonra ise ilişkilerde fazla kontrolcü olabilirler, kıskanç hissedebilir veya kolayca incinebilirler. Narsistik yaralanmalar meydana geldiğinde, genellikle kırılırlar, tepkileri sert ve dikkat çekici olur. Narsistler, birine anında deli gibi aşık olabilirler ve çok çabuk bağlanırlar. Ancak bu ilk sevgi ve bağlılığı kolayca sürdüremezler. Narsist bir kişiyle ilişki içinde olan partnerler kendilerini bir süre sonra çok yalnız hissedebilirler. İlişki içerisinde sadece bir aksesuar olduklarını, ihtiyaç ve isteklerinin partnerleri için önemsiz olduğunu düşünebilirler.  Narsist eşler her zaman kendilerini haklı görürler, kendileri her şeyi daha iyi biliyormuş gibi davranırken, eşlerine ise yanlış veya yetersizmiş gibi hissettirirler. Bu durumda genellikle ilişki içerisindeki diğer kişinin öfkeli olmasına ve hep kendini savunmaya çalışmasına ve kendisi hakkında kötü hissetmesine sebebiyet verir.

Narsistik bir ilişki içinde olduğunuzu nasıl anlarsınız?

Partneriniz tamamen kendisiyle ilgiliyse, her zaman ilgiye ve onaya ihtiyaç duyuyorsa, eleştiriye aşırı tepki veriyorsa narsist olabilir.  Her zaman haklı olduklarını, her şeyin daha fazlasını bildiklerini veya en iyisi olmaları gerektiğini düşünürler. Narsist bireyler, ancak ilişkide oldukları kişi onların ihtiyaçlarını karşıladıklarında veya onlar için bir amaca hizmet ettiklerinde o kişiyle ilgileniyormuş gibi görünürler.

Aşağıda, narsist bir partnerin sahip olması muhtemel bazı ortak özellikler yer almaktadır: ( Bu özelliklerin kendilerini gösterme derecesi kişiye bağlı olarak değişebilir.)

  • Hak veya üstünlük duygusu
  • Empati yapamama
  • Manipülatif veya kontrol edici davranışlarda bulunma
  • Hayranlık ve onay için gereksinim duyma
  • Genellikle başkalarının ihtiyaçlarını göz ardı ederek kendi ihtiyaçlarını karşılamaya eğilimli olma
  • Eleştiriye açık olmama

Bir kişinin narsist bir partnerle başa çıkmak için yapabileceği şeyler nelerdir?

Eğer kendinizin bir narsistik ilişki içerisinde olduğunuzu fark ederseniz, öncelikle sizi böyle bir eş seçmeye yönlendiren bilinç dışı motivasyonlarınızı anlamak için çalışabilirsiniz. Nasıl bir ebeveynle yetiştiniz? İlişkide kontrolün eşinizde olması konusunda daha mı rahat hissediyorsunuz? Pasif olmak size iyi gelen bir şey mi? Devamlı alkışlanan, spot ışıkları altında olan biriyle olmak size değer mi katıyor? Bu yüzden narsistik bir ilişki içerisinde kendi rolünüz hakkında fikir sahibi olmak önemlidir. Ve bu dinamiği anladıktan sonra kendiniz değiştirmek için çalışmalara başlayabilirsiniz. Sizin değiştiğinizi gören narsist eşiniz de bu sayede ilişki tarzını değiştirmeye başlayabilir. Bunun yanı sıra eşinizin bu şişirilmiş, kendini beğenen, büyüklenmeci yapısının aslında içindeki kendinden nefret etme ve yetersizlik hislerini kapatmak için geliştirdiği bir savunma mekanizması olduğunu ve bunun kendisinin de farkında olmadığını anlarsanız, ilişki içerisinde kendisine şefkat gösterebilirsiniz. Tüm bunlar ışığında narsist eşinize sınır koymalı, kurban rolünden çıkmanız için kendi öz-değerinizi ve özgüveninizi geliştirmeniz gerekmektedir.

 Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Kaynak: www.psychalive.org

Yetersizlik duygusu insanın hayatını bloke eden duygulardan biridir ve kişinin hem sosyal hem de profesyonel hayatında mutsuzluğun kaynaklarındandır. Peki yetersizlik duygusu nedir? Psikolojideki tanımına göre, kişinin gözle görülen, ispat edilebilecek tüm kabiliyet ve yeterliliklerine rağmen bunları kendisinin fark edememesi ve sahip olduğu bu olumlu özellikleri reddetmesi, kendisini yeterince iyi ve başarılı hissetmemesi durumuna yetersizlik duygusu denmektedir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi, “Ben bu işte başarılıyım”, “Bu ilişkide iyiyim” diye kendine itiraflarda bulunamaz;  yaptıklarından, başarılarından, elde ettiklerinden bir türlü mutluluk duymaz ve hep kendisini eksik hisseder. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi zaman zaman veya sıklıkla kendisini başkalarıyla kıyaslarken ve diğerinden daha aşağı görürken bulur. Kıyas yapılan şeyler maddi veya manevi olabilir. Bazen diğerinin maddi gücü, parası, sahip olduğu araba ötekine kendisini yetersiz hissettirirken bazen de birinin daha başarılı olması yetersiz hissettirir. Bazı kişiler kendilerini ara sıra yetersiz hissederlerken, bazı kişiler ise yeryüzünde devamlı yetersizlik duygusuyla yaşarlar. Fakat bilinmeli ki dünyanın en kendine güvenen insanları bile zaman zaman kendilerini yetersiz hissederler. Yetersizlik duygusu kronik bir hal aldığında ve artık kişinin hareket alanını kısıtlamaya başladığında tedavi edilmesi gereken bir hal almış demektir.

Peki, yetersizlik duygusunun nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı deneyimler ve buna bağlı olarak gelişen içsel duyguları yetersizlik hissetmelerine neden olabilir. Herkesin yaşam hikâyesi aynı değildir ve dolayısıyla yetersizlik duygularını içeren birçok durum da farklı kişisel deneyimlere veya sahip olunan duygulara kadar uzanabilir. Bazen bu deneyimler veya duygular yüzeyin altında olabilir ve ortaya çıkan yetersizlik duygusu daha önemli bir sorunun belirtisi de olabilir.

Yapılan araştırma ve yayınlanan makalelere göre kronikleşen yetersizlik duygusunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Ebeveynleri tarafından onaylanmayan ve devamlı eleştirilen, okulda öğretmeni tarafından başarısı görülmeyen, arkadaşları tarafından kabul görmeyen çocuklarda yetersizlik hissinin tohumları atılmış oluyor. Adler ise,  yetersizlik duygusunun oluşumunda 1-çocuğun yetersiz organlarla doğması,  2- çocuğun şımartılması,  3- çocuğun ihmal edilmesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Çocuk, organlarının gelişmemiş olması, kendinden daha güçlü kişilere bağımlılık ihtiyacının olması ve başkalarına bağımlı olmanın verdiği acı sonucu tüm gelişim dönemlerinde anne babasıyla ve hayatı boyunca da dünyayla kurduğu ilişkide yetersizlik duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun şımartılmasının yetersizlik duygusunun gelişmesine sebep olan diğer bir kaynak olduğu ifade edilmiştir. Şımartılan çocuk, hiçbir çaba göstermeden istediği şeyleri elde etmeye alışık olduğu için çevresi tarafından ilgi görmediği durumlarda bunu kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılar ve kendisini dışlanmış, terk edilmiş hisseder. Hep almaya alışmış olan bu çocuk vermeyi hiç öğrenememiş ve devamlı başkaları tarafından istekleri gerçekleştirilen ve hizmet gören bu çocuk bu şekilde bağımsızlığını da kazanamamıştır. Yetersizlik duygusunun kaynağını oluşturan üçüncü yaşantı ise çocuğun ihmal edilmesidir. İhmal edilen çocuklar sevgiyi ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın ne olduğunu öğrenemezler. Bu çocuklar hayatın zorluklarıyla karşılaştıklarında normal olarak başka kişilerin yardımlarını ve bu zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacak kendi güçlerini küçümserler. Diğer kişilere hep kuşkuyla bakarlar. Bir annenin çocuğuna vermesi gereken ilk şey, anne bebek arasındaki güven bağını kurmak ve daha sonra da bu güvenin giderek derinleşmesini ve tüm çevrenin güvenini kapsayacak şekilde gelişmesini sağlamaktır.

Çocuklukta yetersizlik deneyimleri olan bazı kişiler, yetişkin olduklarında da kendilerine öyle gerçekleştirilmesi güç olan hedefler koyarlar ki bu hedeflerin gerçekleşmemesi de kişiye kendisini yetersiz hissettirebilir. Bunun yanı sıra toplumun çoğunluğu tarafından gerçekleştirilmesi veya sahip olunması mümkün olmayan güzellik, güç, şöhret ve zenginlik standartlarının yer aldığı sosyal medya tarafından yayınlanan mesajlarda kişilerde yetersizlik hissinin ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca diğer insanların mutlu, başarılı, güçlü ve iyi olduğunu görmek kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden olabilir ve bu kıyaslamalar kendi güçlü ve başarılı taraflarımızı zaten küçümsemeye meyilli olduğumuz için de bize zarar verebilir.

Yetersizlik duygusuna sahip olduğunuzun belirtileri nelerdir?

Bazı kişiler daha güzel, daha güçlü görünen, daha bilgili insanların yanında kendilerini rahatsız hissederler, onlarla ilişki kurarken heyecanlanır veya ilişki kurmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kişi kendini yetersiz görürken karşısındaki kişiyi, kendisinden daha üstün görür fakat bunun bilincinde değildir. Dolayısıyla bu durum kişiyi diğer insanlarla ilişki kurmaktan alıkoyabilir. Yetersizlik duygusuna sahip olan kişilerde var olan belirtiler, güvensizlik ve düşük benlik saygısına sahip olma, hedeflerine ulaşamama ve kendisini sıkışmış hissetme, yapmak istediklerinden kolayca vazgeçme, eleştirilmeye tahammül edememe, sosyal durumlarda geri çekilme ihtiyacı hissetme ve ilişki kurmaktan kaçınma, reddedilme korkusu yaşama, anksiyete ve depresyon yaşama. Mükemmeliyetçi olma, rekabet içerisinde olma, dikkat çekmeye çalışma, sürekli başkalarında kusur bulma, kendi hatalarını kabul etmekte zorlanma, başkalarından daha iyi olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetme de bir kişinin yetersizlik duygusuna sahip olduğunun belirtileridir fakat çoğu zaman kendinden aşırı emin olan kişilerin özellikleriyle karıştırılırlar.

Yetersizlik duygusundan kurtulmak için neler yapılmalı?

Yetersizlik duygunuzun tam olarak nereden geldiğini anlamak, nasıl ilerleyeceğinizi anlamanızı ve kendinize olan güveninizi geliştirmenizi kolaylaştırabilir. Kendinizi yetersiz hissediyorsanız, bu yetersizlik duygularının geçmişte gelişmiş olma ihtimali yüksektir.  Yetersizlik duygunuzun altında yatan nedenlerin neler olabileceğini düşünmek için kendinize biraz zaman ayırın. Neden yetersiz hissettiğinizi anladıktan sonra, bu temel nedenlerle başa çıkmaya ve oradan kendinizi geliştirmeye çalışabilirsiniz.

1-Kendinizle Olumlu Konuşmaya Başlayın

Kendinizle içsel olarak nasıl konuştuğunuz, kendiniz hakkında nasıl hissettiğiniz konusunda etkilidir.  Kendinize dair algınızı değiştirmek, kendinizle konuşma şeklinizi değiştirmekle başlar. Kendinizle nezaket ve empati ile konuşmak için daha fazla çaba göstermelisiniz. Mesela bunu bir yere gitmeye hazırlanırken kendinizle ilgili olumlamaları veya ifadeleri tekrarlayarak aynada yapabilirsiniz. Kendinizle ne kadar olumlu konuşmaya inanırsanız, kendinizi o kadar iyi bir ışık altında görürsünüz.

 2-Negatif Kişisel Düşüncelerinize ve İnançlarınıza Meydan Okuyun

Olumsuz düşünceleri oldukları gibi, yani içsel zorbalar olarak görmek işe yarayabilir. Kendinizi yetersiz hissetmenize neden olan olumsuz düşünce ve inançlarınızı daha olumlu olanlarla değiştirmeniz gerekecektir. Unutmayın ki kendinizi nasıl algıladığınızın kontrolü sizdedir. Doğru düşüncelere dikkat ettiğinizden emin olmanız önemlidir.

3-Her zaman Karşılaştırmadan Kaçının

Kendinizi başkalarıyla, başkalarının sahip olduklarıyla veya başarılarıyla kıyaslamaktan vazgeçmeli ve hayattaki kendi ilerlemenize odaklanmalısınız. Gurur duyacağınız şeyler yapın ve ilerlemelerinizi sadece geçmiş ilerlemenize bakarak ölçmeyi tercih edin. Çünkü kendiniz başkalarıyla karşılaştırdığınızda bu sizi yetersiz ve kötü hissettirebilir..

4-Sevdiğiniz Şeyleri Yapın

Zevk almayacağınız ya da iyi hissetmeyeceğiniz şeyleri üstlenmeyin bunları yapmak sizi sadece aşağı çekecektir. Odak noktanız sizi mutlu eden ve zevk duyacağınız şeyler yapmak olmalıdır. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve özgüveninizi oluşturmanıza yardımcı olacaktır.  olamayacağımız şeyleri üstlenmek bizi sadece aşağı çeker. Odağınızı, zevk aldığınız ve sizi mutlu eden daha fazla şey yapmaya çevirin. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve daha iyi hissetmenize yardımcı olacak ve bu da özgüveninizi oluşturmaya başladığınızda sizi başarıya hazırlayabilir.

5-Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin

Çok fazla görev üstlenip bunların üstesinden gelmeye çalıştığınızda ve bunları yapamadığınızda kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz. Gerçek şu ki, daha küçük daha ulaşılabilir hedefler belirlemek, üstlendiğiniz görevleri bölmek size kendinizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayın ki yavaş ve sakin olan yarışı kazanır.

6-Mevcut Yaşam Tarzınızı İyileştirin

Egzersiz, diyet ve diğer yaşam tarzı seçimleri gibi şeyler genel olarak daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlığa katkıda bulunabilir. Düzenli egzersiz yapmıyorsanız, iyi beslenme seçimleri yapın ve uykunuzu ve sağlığınızın diğer alanlarını kontrol etmeye çalışın. Bu, ruh halinizi iyileştirmenizde ve zamanla kendiniz hakkında daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.

Yukarıdaki ipuçları, bir yerden başlamak için işinize yarayacak noktalardır, ancak bazı kişilerin bunları hayatlarında uygulama veya yetersizlik duygusunun nedenlerini bulma konusunda daha fazla yardıma ihtiyacı olabilir. Bu durumda da başvurabileceğiniz en iyi yardım bir uzman yardımı olacaktır. Yüz yüze veya online bir psikoterapist, güvensizliklerimizin nereden geldiğini daha iyi anlamanıza, bu geçmiş sorunlardan kurtulmanıza ve başarılı bir şekilde ilerlemek için gereken başa çıkma mekanizmalarını kullanmanızda size yardımcı olacaktır.

 

Kaynaklar:

How To Cope With Feeling (betterhelp.com)

http://dx.doi.org/10.17051/io.2016.90300

Evliliklerdeki en hassas konulardan biri cinselliktir. Çiftler bir çok konuyu aralarında konuşup, ifşa edebilseler de özellikle cinsel yaşamları hakkında pek konuşmazlar/ konuşamazlar. Evliliklerinde seks yapmayı bırakan çiftler için ise bu konuyu konuşmak özellikle daha da zor olabilir.
Bu konuyu aralarında gündeme getirmekten kaçınan  çiftlere yardımcı olmak için aşağıdaki liste fayda sağlayabilir. Neden çiftler seks yapmayı bırakırlar ve bu konuyu konuşmaktan kaçınırlar?

1- Çiftler eşlerinin artık kendilerini çekici bulmadıklarını duymaktan çekinebilirler ve reddedilmekten korkabilirler. Bunun yanı sıra eşinin bir başkasıyla seks yapıyor olmasından ve bunu öğrenmekten de korkabilirler.
2- İlişki, çiftin her ikisininde ihtiyaç duyduğu veya istediği bir hayatı sürdürmek için birlikte çalıştıkları bir iş anlaşmasına dönüşmüş olabilir. Bu tür ilişkilerde romantizm ve cinsellik ilişkiyi çoktan terk etmiştir ve cinsellik yerine para konuşulur olmuştur.
3- Bitkinlik ve yorgunluk önemli bir etkendir. Çalışmak ve çocuklara bakmak, ev işleri, sorumluluklar cinselliğin öncelikler listesindeki yerini değiştirebilir. Eğer bireyin enerjisi kalmadıysa, cinsellik hakkında düşünmek ve onunla meşgul olmak daha da zorlaşabilir.
4- Yıllar içinde vücudunuz değişmiş olabilir ve artık vücudunuz hakkında kendinizi iyi hissetmiyor olabilirsiniz. Eskiden daha iyi hallerinizi görmüş olan eşinizin karşısında iyi hissetmediğiniz halinizle olmak istemiyor olabilirsiniz.
5- Evlilikte eşlerden biri aldatmışsa eğer, kaybedilmiş olan güven duygusu konusunda hala eksiklik devam ediyorsa, kişinin bir türlü güven duyamadığı  partneriyle cinsellik yaşamak istemiyor olması gayet normaldir. Sonuçta kimse güvenmediği biriyle yakın olmak istemeyecektir.
6- Kişisel hijyen seks yapmadan öncesinde dikkat edilmesi gereken çok önemli konulardan biridir. Eşler yatmadan önce hijyenlerine dikkat etmiyorlarsa, mesela dişlerini fırçalamıyor ve duş almadan yatağa giriyorlarsa bu da eşi seks yapmak istemekten uzaklaştırabilir.
7- Eşler aynı cinsel rutinden sıkılmış olabilirler, hep aynı pozisyonda aynı rutinlerle sevişiyor olmak artık eşlere cazip gelmiyor olabilir.
8- Öfke çiftlerin birbirlerinden uzaklaşmalarında önemli bir konudur. Eşine kızgın ve öfkeli olan birinin fiziksel yakınlık kurmak istemesi pek olası değildir. Öfkenin kaynağının bulunması, çözülmesi evlilik ve cinsel yaşam için çok önemlidir.
9- Seks esnasında rahatsızlık ve acı hissetmek. Bu durumda eşleri seks yapmaktan uzaklaştıran bir konudur. Özellikle kadınlarda kuruluk, gerginlik ağrılı cinsel birleşmelere sebebiyet verebilir ve eş bunu devamlı yaşıyorsa seks yapmak kendisi için keyif verici bir durumdan çıkıp rahatsızlık verici bir duruma dönüşecektir. 
10- Çiftlerin performans kaygıları, orgazm olamama, erken boşalma gibi sorunlarda seksten uzaklaşılmasına sebep olabilir.

Yukarıda sayılan tüm maddeler kişinin cinsel hayatını olumsuz yönde etkileyebilecek sorunlardır. Unutulmaması gerekir ki evlilik sorunları cinsel sorunlara, cinsel sorunlar da evlilik sorunlarına yol açmaktadır. Dolayısıyla eğer cinsel yaşamınızda bu türlü sorunlar varsa ve bu sorunlar ilişkinizi etkiliyorsa, problemler daha da kronik bir hal almadan konunun uzmanlarından yardım almanız doğru bir adım olacaktır.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Sosyal fobi, kişinin girdiği ortamlarda bulunan kişiler tarafından olumsuz karşılanacağına dair duyduğu korku ve bu ortamlardan kaçınmasıdır. Sosyal fobi kişinin günlük yaşamdaki ilişkilerini akademik başarılarını, işlevselliğini, yaşam kalitesini etkilemektedir.

NEDENLERİ

Sosyal fobinin hem genetik hem de ruhsal durumlardan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Ruhsal Etmenler

Psikanalitik kurama göre sosyal fobinin nedeni anksiyetedir ve sosyal fobi anksiyeteye karşı bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır. Benlik ile alt benlik veya benlik ile üst benlik arasında ortaya çıkan çatışma ve bu çatışma sonucu ortaya çıkan kaygı dışarıda başka bir nesneye yönelerek yer değiştirmektedir. Sosyal fobisi olan kişilerin b.dışı olarak başkaları tarafından onaylanma istekleri vardır ve dolayısıyla onaylanmama ihtimalinin olduğu ortamlardan kaçınırlar. Bir yandan ise sosyal fobi yaşayanlar, bağımsızlaştıklarında, yeni bir ortama katıldıklarında ebeveynlerinin sevgisini yitireceğinden korkarlar.

Bilişsel davranışçı kurama göre, sosyal fobi yaşayan kişi hem çevresinde olumlu izlenimler bırakmak ister, hem de bunu yapabilme konusunda bir güvensizlik yaşar. Bu kişilerin olumsuz ara inançları ve gelen olumsuz otomatik düşünceleri vardır. Kalabalığa girdiklerinde yanlış bir şey yapacaklarına ve reddedileceklerine inanırlar. Çekindikleri bir durum karşısında önceki olumsuz deneyimleri tetiklenir ve bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını hissederler. Somatik ve davranışsal belirtiler hissederler ve bunlarda anksiyetelerinin sebebi haline gelir. Kişi bu belirtilerine odaklanarak asıl sorundan kaçınır. Ayrıca olumsuz değerlendirilme yanında olumlu değerlendirilme korkusu da yaşarlar.

Davranışçı kurama göre, eğer kişi bir ortamda olumsuz bir yaşantı deneyimlemişse, doğrudan bir koşullanma yaşar, hatta olumsuzluk yaşayan bir kişiyi gördüğünde dahi bu korku başlayabilir. Bunun yanı sıra sosyal ortamların tehlikeli olduğu bilgisi kişiye bir şekilde hissettirildiğinde bu bile kişinin sosyal korkuya sahip olmasına sebep olur.

Biyolojik Etmenler

Yapılan araştırmalar çocuklardaki sosyal fobi ile ebeveynlerin sosyal fobisi arasında yüksek düzeyde bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra anne-babalarda ki fazla koruyucu veya reddedici davranışlarla sosyal fobi arasında da güçlü bir ilişki olduğunu görülmüştür. Başka bir araştırma ise genetik geçişin sosyal fobide çok baskın olmadığını göstermiştir. Dolaysıyla üç farklı şekilde sosyal fobi gelişimi etkilenmektedir. Birincisi genetik bir yatkınlık oluşması, ikincisi ebeveynlerin aşırı korumacı ve kaygılı davranışlarından dolayı çocukların sosyal ortamlara girmelerine engel olunması ve üçüncü olarak ta kendi kaygılarının çocukları tarafından modellenmesi şeklinde olmaktadır. Sosyal fobisi olan çocukların davranışsal inhibisyonları vardır ve devamlı kaçınma davranışları gösterirler. Davranışsal inhibisyon, bilinmeyenden korkma, devamlı tedirgin bir durumda olma ve bilinmeyen ortamlardan kaçma özelliği gösteren bir mizaç türüdür. Davranışsal inhibisyon sosyal fobi için bir risk etmenidir.

EPİDEMİYOLOJİ

Sosyal fobi ergenlik döneminde başlamakta, 25 yaşından sonra başladığı ise nadiren görülmüştür. Bu hastalar genellikle belirtilerin çıkmasından 10 yıl sonra tedaviye başvurmuşlardır. Sosyal fobi, kişinin iş, okul yaşamı, karşı cinsel ilişki yaşaması konusunda sorunlar yaratmaktadır. Buna rağmen sadece %20-40’nın tedaviye başvurduğu bilinmektedir. Sosyal fobi kadınlarda daha fazla görülmekle birlikte tedaviye en çok erkekler başvurmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda erkek ergenlerde, kızlara göre sosyal anksiyetenin daha fazla olduğu görülmüştür.

KLİNİK ÖZELLİKLER

DSM-IV’e göre eğer kişinin korktuğu veya kaçtığı durumlar daha yaygın bir toplumsal alanı kapsıyorsa buna yaygın sosyal fobi denir, yaygın olmayan sosyal fobide korku veya kaçınmalar daha kısıtlı alanlarda olmaktadır. Tedavi için başvuranlar daha çok yaygın sosyal anksiyete bozukluğu yaşayanlardır. Yaygın sosyal fobi daha erken yaşlarda başlamakta, yaşam kaliteleri daha düşük olmakta ve prognozları daha kötü olmaktadır. Sosyal fobisi olan insanlar otorite figürlerinden, yeni kişilerle tanışmaktan, toplum içerisinde bulunmaktan, konuşmaktan, sınıfta tahtaya kalkmaktan, sunum yapmaktan kaçınırlar, onlar için bu durumlar korku alanlarıdır. Bu durumlarda kişilerde terleme, kızarma, çarpıntı, titreme, kaslarda gerginlik gibi fizyolojik belirtiler ortaya çıkar. Çocuklarda ise ağlama, donup kalma, bağırma, bir yere gizlenme, konuşamama şeklinde ortaya çıkar. Sosyal fobisi olan çocuklar okulda daha fazla zorlanırlar, arkadaşları daha azdır ve daha kısıtlı ilişkilere sahiptirler.

SOSYAL FOBİ İLE BİRLİKTE GÖRÜLEN DİĞER HASTALIKLAR

Sosyal fobi ile birlikte en sık görülen hastalıklar anksiyete bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu ve madde kullanım bozukluğudur. Sosyal fobisi olan kişilerin %51.7’sinin Eksen I ve %67,8’nin ise Eksen II tanısına sahip olduğu belirtilmiştir.

Yapılan araştırmalar sosyal fobi ile depresyon arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu saptamıştır. Sosyal fobinin artmasıyla depresyonun da doğru orantılı bir şekilde arttığı görülmüştür. Diğer araştırmalar ise ülkemizde sosyal fobisi olanların daha küçük yaşta sigara içmeye başladıklarını tespit etmiştir.

Sosyal fobisi olanların bir kısmının beden dismorfik bozukluğu olduğu ve beden dismorfik bozukluğu olanların da belli bir kısmının sosyal fobisi olduğu araştırmalarla saptanmıştır. Sosyal ortamlardan kaçınma, sık sık aynaya bakma, başkalarıyla sürekli kendini karşılaştırma gibi, kendine odaklanma gibi ortak özellikler her iki bozuklukta da görülmektedir.

AYIRICI TANI

Otizm ile sosyal fobi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar sosyal becerilerde zorlandıkları için olumsuz değerlendirmelere maruz kalmakta veya reddedilmektedirler ve bu da çocukların sosyal kaygılarını arttırabilmektedir. Bunun yanı sıra sosyal ortamlardan kaçınma ve konuşma zorlukları her iki rahatsızlıkta da görülebilir. Sosyal fobi diğer anksiyete bozuklukları ile de karışır. Belirtiler benzerdir fakat ayırıcı olan kaygı odağının her anksiyete bozukluğunda farklı olmasıdır. Sosyal fobide kaygı odağı kişinin kendisi, panik bozuklukta bedensel belirtiler, ayrılık anksiyetesi bozukluğunda temel bağlanma nesnesinden ayrılma, özgül fobide korku duyulan nesne ve yaygın anksiyete bozukluğunda ise günlük olaylardır. Depresyonda ise sosyal ortamlardan kaygı duymak yerine orada bulunmama isteği ön plandadır. Şizofrenide düşüncelerin aşırı ve gerçek olmadığını kabul etmemek ayırıcı tanıdır.

TEDAVİ

İlaç Dışı Tedavi

Sosyal fobinin tedavisinde en çok bilişsel davranışçı terapi kullanılmaktadır. Burada hedef işe yaramayan düşünce ve olumsuz inançların tespit edilmesi ve bunun yerine olumlu, işlevsel olan inançların belirlenmesi ve değişikliklerin yaratılmasıdır. Sosyal fobide bilişsel davranışçı terapi, psikoeğitim, bilişsel yeniden yapılandırma, sosyal becerileri geliştirme ve maruz bırakma olarak dört aşamada gerçekleşmektedir.

Sosyal fobisi olanların tedaviye başvurma oranları düşüktür, çünkü hekimle karşı karşıya gelmekten korktukları düşünülmektedir ve bu yüzden de internet tabanlı tedavi girişimlerinin, telefon, e-posta üzerinden terapist destekli yardımların sosyal fobi tedavisinde yararları olduğu çalışmalarla gösterilmiştir. Psikodinamik terapi ile bilişsel terapinin etkinlikleri değerlendirildiğinde her ikisinin de etkili olduğu fakat sosyal fobinin davranışçı tedavi ile daha fazla remisyonda kaldığı ve psikodinamik terapinin sosyal fobi tedavisinde en az tercih edilen terapi şekli olduğu ifade edilmiştir.

Farmakolojik Tedavi

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri sosyal fobide en çok kullanılan psikofarmakolojik ajanlardır, sosyal fobisi olan kişilerde işlevselliği arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar ilaç tedavisi ile daha hızlı sonuçlar alındığını, bilişsel davranışçı terapinin etkisinin daha geç başladığını fakat terapinin etkisinin daha uzun süreli olduğu görülmüştür. Her ikisinin kullanımının tek kullanıma göre üstün olup olmadığı henüz bilinmemektedir.

KORUYUCU ÖNLEMLER

Sosyal fobi kişilerin yaşam şekillerini değiştirmelerine, yaşam kalitelerinin düşmesine sebep olmaktadır. Ekonomik kayıplara yol açabilmektedir, bu nedenle erken tespit edilip ele alınması gereken bir bozukluktur. Koruyucu yöntemler olarak aileler çocuklarını sosyal ilişkiler kurmaları konusunda cesaretlendirmelilerdir, okullarda da akademik başarıların yanı sıra öğrencilerin sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak aktiviteler yaptırılmalıdır. Bunun yanı sıra okul çalışanlarının da öğretmenlerin de bilgilendirilmeleri gerekmektedir.

GİDİŞ VE SONLANIM

Sosyal fobi kronik gidişlidir, belirtiler 10 ile 24 yıl arasında sürebilmektedir. Sekiz yıl sonra üçte bir azalabilmektedir. Fluoksetin tedavisi değerlendirildiğinde eğer yaş küçükse, başlangıçta anksiyete az ise ve ailede depresyon ve anksiyete öyküsü yok ise sosyal fobi tedaviye daha iyi yanıt verebilmektedir. Sosyal fobi erken yaşta başladıysa , hastalık şiddeti fazla ise, başka anksiyete bozuklukları ile seyrediyorsa sosyal fobi tedavisi olumsuz etkilenmektedir.

Uzman Klinik Psikolog Sezen Sağlam

 

Kaynak: Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları

Evliliklerde aldatmanın nedenleri cinsiyete göre farklılık gösterir, erkekler ve kadınlar farklı nedenlerle aldatırlar.

Erkekler neden aldatırlar?

Erkeğin kişilik yapısı aldatma nedenleri arasında önemlidir. Güzel bir kadınla evli olan bazı erkekler, eşinin çevre tarafından beğenilmesi ve takdir görmesinden dolayı kendileri aşağılık ve değersizlik duyguları hissederler ve bu yüzden de eşinden intikam almak, eşini değersizleştirmek için aldatırlar. Bunu yapan erkekler daha çok narsistik kişilik yapısına sahip olan erkeklerdir.

Bir başka neden ise erkeklerin evliliklerin getirdiği beklentileri karşılayamaması, yenilik istemeleri, yaşayacakları anlık zevke yenik düşmeleri olmaktadır. Erkekler aldatmayı bir varoluş mücadelesi olarak ta görebiliyorlar özellikle de evli ve çocuğu olan erkekler bu şekilde görüyorlar. Bu erkekler kendilerinden yaşça daha küçük ve genç olan kadınlarla ilişki kurarak, kendilerinin hala güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.

Ayrıca erkeklerin sorun oluşturacak kadar yüksek alkol kullanımı da eşlerini aldatmalarında etkili olabiliyor. Kadınlar daha çok duygusal yakınlık için aldatırken, erkekler daha çok cinsellik için aldatmaktadırlar. Ayrıca erkeklerin aldatma davranışının tesadüfi olduğu ve duygusallık içermediği ifade edilir.

Özetle erkekler aldatma nedenlerini şu şekilde ifade ederler; o kadına aşık oldum, heyecan olsun diye yaptım, çok fazla alkol almıştım, evliliğimde tatminsizlik yaşıyordum, karım benimle hiç ilgilenmiyor, evliliğimde çok fazla sorun var, ortam onu gerektiriyordu, olaylar ona göre gelişti gibi çeşitli nedenler sunarlar.

Kadınlar neden aldatırlar?

Kadınların aldatma nedenleri daha çok duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması ile ilgilidir. Duygusal açıdan ihmal edildiklerini düşünmeleri, eşlerinden daha zengin ve statü sahibi kimselerle olmayı arzu etmeleri, cinsel doyum sağlayamamaları, evliliklerin getirdiği sorumlulukların yükünden kurtulmak istemeleri dolayısıyla aldatabilirler.

Mutsuz olan kadınlar daha fazla aldatma ihtimaline sahiptirler, ilişkilerinin gidişatı bu durumda çok önemli bir yere sahiptir. Kısacası kadınların aldatma davranışı göstermesinde, evlilik içerisinde duygusal olarak ihmal edilmiş ve reddedilmiş hissetmeleri en önemli nedenlerdir.

Bunun yanı sıra özgüveni düşük kadınların, kendine olan güvenlerini fazlalaştırmayı istemeleri, istediklerini elde edebileceklerini kendilerine kanıtlamak için, kocalarının kendilerini aldatmasından dolayı intikam almak için aldattıklarını da söyleyebiliriz.

Özetle kadınlar aldatma nedenlerini şu şekilde ifade ederler;  evliliğimde çok mutsuzdum, eşim beni çok fazla ihmal etti, bir başkasına aşık oldum, istediğimi elde edebileceğimi kendime ispat etmek için, kocam beni aldattığı için, yakınlık ve şefkat ihtiyacımdan dolayı, kendimi yalnız hissettiğim için, cinsel ihtiyaçlarım karşılanmadığı için vs. çeşitli nedenler söylerler.

Uzman Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Aldatma ve sadakatsizlik birbirinin yerine kullanılan kavramlar olsa bile aslında farklı şeylerdir. Aldatma, sadakatsizlik sonucu ortaya çıkan, dürüstlüğe zarar veren, söylem ve davranışlardır. Sadakatsizlik bir seçim, aldatma ise bu seçim sonrası ortaya çıkan eylemlerdir.
Aldatma kişinin evli veya ilişki içerisinde olduğu kişi dışında bir başkasıyla yaşadığı, güven ilişkisini sarsan, çiftlerin birbirlerine verdikleri sözleri ihlal eden, cinsel ve duygusal olarak yaşanan eylemlerdir. Evliliklerde aldatma bazen yaşanan sorunların sonucu olabilirken, bazen de evliliklerde yaşanan sorunların sebebi olabilmektedir. Aldatmalar sadece sağlıksız, sorunların olduğu evliliklerde değil, hiç sorunsuz evliliklerde de görülebilmektedir.
Aldatma evliliklerde ve ilişkilerde güven duygusunu derinden sarsan çok incitici bir durumdur ve geçmişten günümüze artış göstererek devam etmektedir. Aldatma bir evlilikte sadece çiftleri değil tüm aile bireylerini ve özellikle de çocukları olumsuz etkiler.
Aldatma veya aldatılma evlilik terapistlerine en fazla getirilen problemlerden biri olmakla beraber, evliliklerin sonlanmasına en fazla sebep olan nedenlerden biridir.

Peki aldatmanın nedenleri nelerdir?

Aldatmanın nedenleri oldukça fazla ve karmaşıktır. Bu nedenler arasında evlilik ilişkisinin kalitesi önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle evlilik içerisindeki duygusal ve cinsel tatminin az olması veya düşük bir kalitede olması aldatmaya neden olabilir.
Bunun yanı sıra evliliklerde yaşanan mutsuzluk ve çatışmalar, evlilik dışında ortaya çıkan fırsatlar ve seçenekler de aldatmalara neden olmaktadır. Eşlerin birbirlerini duygusal anlamda anlamamaları, birbirlerine duygularını ve ihtiyaçlarını anlatmada yetersizlik yaşamaları, birbirlerinin gereksinimleri ve ilgileri konusunda ortak noktada buluşamamaları, çiftlerin evlenmeden önce birbirlerini tanıyamamış olmaları, kültürel ve etnik farklılıkların sorun oluşturması ve bunlarla baş edememe, evlilikle ilgili gerçek beklentilere sahip olunmaması, cinsellik ile ilgili merak edilenlerin olması ve bu merakların eş ile paylaşılamaması, eşlerin cinsel bağımlılıklarının olması, çiftlerin can sıkıntısı ve bıkkınlıklar yaşayarak sahip oldukları heyecan duygusunu evliliklerinde kaybetmeleri, evliliğin getirdiği sorumluluklarla uğraşırken eşin göz ardı edilmesi, ekonomik nedenlerin getirdiği huzursuzluklar, eğitim düzeyi gibi nedenler aldatmanın nedenleri arasında sayılabilir.
Aldatmanın en sık nedenleri arasında evlilik içerisinde eşlerin duyduğu öfke, takdir edilmeme, hayal kırıklığı yaşama, birbirinden ve evlilikten sıkılma gibi duygular vardır. Bazı aldatmalar ise önemli psikiyatrik bozukluklar, kişilik bozuklukları veya cinsel sapkınlıklar yüzünden gerçekleşmektedir.

Uzman Klinik  Psikolog Sezen Sağlam

Online psikoterapi, klasik yüz yüze yapılan psikoterapi ve danışmanlık yöntemlerinin uygulamalarında olduğu gibi temel klinik görüşme teknik ve etik kurallarına uyularak, danışan ve psikoterapistin farklı yerlerde bulunmasıyla beraber telefon, bilgisayar gibi iletişim araçları ve internet sistemleri kullanılarak gerçekleştirilen bir psikoterapi türüdür.

Online psikoterapilerin günümüz koşullarında maliyet, zaman, mekân, ulaşılabilirlik açısından daha avantajlı olmaları kullanılabilirliklerini arttırmıştır. Yapılan araştırmalar, coğrafi olarak psikoterapi almaya uygun yerde olmayanlar, fiziksel olarak engelli veya ciddi bir hastalık dolayısıyla evden çıkamayan kişiler için online psikoterapilerin avantaj sağladığını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra danışan ile psikoterapist arasındaki terapotik ilişkinin online psikoterapiyle de kurulabildiği, bazı danışanların ise özellikle online psikoterapiyi tercih ettikleri de görülmektedir.

Yapılan klinik çalışmalar, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, depresif bozukluklar, yeme bozuklukları, evlilik sorunları ve cinsel sorunlar gibi bir çok psikolojik sorunda online psikoterapilerden yarar sağlandığını göstermektedir. Bunun yanı sıra online psikoterapilerin, ağır psikiyatrik bozukluklarda, kriz anlarında, kendine veya başkasına zarar verme düşüncesinin olması durumunda ve velisinin izni ve bilgisinin olmadığı 18 yaşından küçük bireylerde uygulanması uygun değildir.

Online psikoterapi sağladığı tüm bu kolaylıklara ve yapılan çalışmalara rağmen günümüzde hala faydasının olup olmayacağına dair kuşkuyla yaklaşılan bir yöntem olarak görülmektedir. Fakat günümüz koşulları düşünüldüğünde teknolojinin sağladığı imkanlardan faydalanarak etkililiği kanıtlanmış bu terapi türüne bir şans verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

Depresyon toplumda en sık görülen ruhsal bozuklukların başında gelmektedir. Her insan zaman zaman hayatının bir kısmında hüzün, keder, umutsuzluk, mutsuzluk, çaresizlik gibi olumsuz duygulanımlar yaşayabilir. Ama bu belirtiler her zaman kişinin depresyonda olduğu anlamına gelmez. Depresif ruh hali ile depresyonu birbirine karıştırmamak gerekir. Depresif ruh hali kimi zaman herkesin yaşayabileceği kısa süreli ve geçici bir durumdur. Fakat yaşanan duruma depresyon denilebilmesi için belirtilerin en az 2 haftadır arka arkaya yaşanıyor olması ve bu durumun kişinin artık günlük yaşamını olumsuz etkileyecek kadar şiddetli yaşanıyor olması gerekir.
Depresyonun çeşitli nedenleri olmakla beraber temelde ki nedeni bir kayıp duygusunun yaşanmış olmasıdır. Bu sevdiğin birinin kaybı, sevgiliden ayrılma, güven kaybı, iş değişikliği, ev değiştirme, yaşadığın yeri değiştirme gibi önemli yaşamı etkileyebilecek olaylar olabilir. Bazen mutlu olaylarda depresyona sebep olabilir. Doğum yapma güzel ve mutlu bir olay olmakla beraber, kişide kimi zaman depresyona yol açabilir. Bunun yanı sıra genetik faktörler, ilişki problemleri, maddi problemler, bazı hormon düzeylerinin değişikliği, bazı kullanılan ilaçlar, yaşlanma gibi birçok etken depresyona neden olabilir.
Depresyonun oluşmasında etkili olan bazı kişisel özellikler de vardır; kimi zaman kişinin kendisi, çevresi ve gelecekten beklentileri, idealleri ile kendi gerçek durumu arasında o kadar çok fark vardır ki, bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide depresyona yol açabilir. Kişinin çevresindekiler kendisinden çok fazla şey beklediklerinde ve kişide bunları karşılamada doğal olarak yetersiz kaldığında, kişide beliren çaresizlik ve zayıflık düşünceleri depresyona neden olabilir.
Depresyon belirtileri, kişinin kendisini hemen her gün, yaklaşık gün boyu ağlamaklı, hüzünlü, çaresiz, mutsuz, sıkıntılı ve umutsuz hissetmesi, eskiden zevk alınarak yapılan aktivitelerin çoğuna karşı ilgide azalma ve artık onları yapmaktan eskisi gibi zevk alamama, iştahta azalma veya tam tersi artma, istenmeyen bir şekilde kilo alıp verme, uykusuzluk yaşama veya aşırı uyuma, uykuya dalmakta güçlük çekme veya sık sık uyanma, çok fazla uyunmasına rağmen sabahları uyanıldığında yorgun hissetme, düşünce, davranış ve konuşmalarda yavaşlama, karar vermekte güçlük çekme, bir şeye başlamakta ve onu sürdürmekte zorluk yaşama, dikkat eksikliği yaşama, cinsel istekte azalma, vücutta nedeni bulunamayan ağrıların oluşması, mide bağırsak problemleri, nefes darlığı gibi fizyolojik kökeni olmayan rahatsızlıkların görülmesi şeklindedir. Bunun yanı sıra kişi yineleyen bir biçimde ölüm ve intihar düşüncelerine kapılabilir. Tüm bu belirtilerden bir kaçı sizde var ve 2 haftadır sürüyor ise depresyonda olma ihtimaliniz yüksektir.
Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tedavisinde izlenecek yöntemler hastalığın tipine ve kişinin özelliklerine göre belirlenir. Hastalığın seyrine göre bir veya birkaç tedavi şekli birlikte uygulanabilir. Depresyon tedavisi zaman alabilecek ve bu süreçte kişinin sabırlı ve olumlu düşünmesi gereken bir süreçtir. Eğer sizin de bu tür depresif şikayetleriniz varsa, kendiniz ve çevrenizin mutluluğu için bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir.

Günümüzde çocuklarının hayatlarını sosyal medyada belgelemek birçok anne-babanın yaptığı bir şey. Youtube kanalı açarak çocuklarının çeşitli hallerinden abone sayısını arttıran ve tıklanmalar üzerinden para kazanan, çocuklarının her halini (uyurken, yemek yerken, banyo yaparken, oyun oynarken, okulda, parkta vs) sosyal medyada paylaşan, bu paylaşımlar üzerinden binlerce beğeni toplayan veya takipçi sayısını arttırarak bazı firmaların ürünlerini tanıtan ve bundan gelir elde eden yüzlerce anneden bahsediyorum. Babalar demiyorum çünkü bunu yapanların daha çok anneler olduğunu gözlemliyorum. Tabi bu paylaşımlara itiraz etmeyen ve bunların içinde olan yüzlerce de baba var. Bu durumda aslında ebeveynler çocuklarının gizliliğinin en büyük ihlalcilerinden oluyorlar.

Belki gizlilik ayarlarına dikkat edilerek, herkese açık olmayacak bir şekilde, çocukları hakkında özel bilgiler vermeden birkaç paylaşımda bulunmak çok sakıncalı olmayabilir. Fakat herkese açık bir şekilde yüzlerce binlerce fotoğraf paylaşmak, hikayeler paylaşmak ne anlama geliyor olabilir acaba hiç düşündünüz mü? Anne-babalara şu soruyu sormak istiyorum, “siz hiç yolda yürürken tanımadığınız birini durdurup ta cüzdanınızdan çocuğunuzun resmini çıkarıp gösteriyor musunuz?” Muhtemelen gelecek cevap “hayır” olacaktır. Peki öyleyse neden herkese açık olan hesaplarda yüzlerce fotoğraf ve hikayeler paylaşılıyor.

Ebeveynler bu şekilde çocukları hakkında, düşündüklerinden çok daha fazla bilgiyi açığa vurarak, onları tehlikeye açık hale getirdiklerinin farkında değiller mi? Bu da cevaplanması gereken başka bir soru olsa gerek.

Fotoğrafları, en özel anları paylaşılan bu çocuklar ileride büyüdüklerinde acaba bunların paylaşılmasından hoşnut olacaklar mı? Belki bu duruma sinirlenecekler, belki arkadaşları arasında dalga geçilmesine neden olacakları bir durum olacak ve utanacaklar vs. Aynı zamanda bu şekilde çocukların unutulma haklarının ellerinden alındığını unutmamak gerekir.

Çocukların fotoğraflarının paylaşılması, özel hayatlarının gizliliklerinin ihlali, aslında onların kişilik haklarının ihlalidir.  Bunun yanı sıra sürekli fotoğraflarının çekilip, paylaşıldığından haberdar olan bu çocuklarda narsistik bir yapının gelişmesi olasıdır. Anne-babalar devamlı çocuklarından poz vermelerini isteyerek, ve fotoğraflarını devamlı paylaşarak onların gösteriş meraklısı bireyler olmasına sebep olabilirler.

Bunun yanı sıra çocuk istismarcılarının, çocuklara karşı sapkınca duyguları ve davranışları olan kötü niyetli kişilerin çocuklarınızın fotoğraflarını biriktirebileceğini biliyor olmalısınız? Çocuğunuzun bütün mahremiyetini gözler önüne sermek onu korumakla yükümlü olmanız arasında anlaşılmaz bir çelişki oluşturuyor.

Peki anne babaların bu paylaşımları yapmasının sebepleri ne olabilir?

Biz insanız görülmek, beğenilmek, sosyal ilişkiler kurmak istiyoruz. Hayatımızı idame ettirmek için belki daha rahat bir yaşam için para da kazanmak istiyoruz. Tüm bunlar gayet anlaşılır. Fakat beğenilmek, görünür olmak bunlar istekten öte bir ihtiyaca dönüşüyor ve bu paylaşımlar üzerinden ebeveynler psikolojik ihtiyaçlarını ve maddi kazanç ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlarsa ve kendi kendilerini bu şekilde tatmin etmeye çalışıyorlarsa burada normal bir durumdan bahsetmek imkansızdır.

Ebeveynlerin, çocuklarının fotoğraflarını, en özel anlarını çevrimiçi paylaşma nedenlerini kendilerine sormaları gerektiğini düşünüyorum, paylaşmadan önce bunu kendi tatminim için mi yapıyorum yoksa çocuğum için mi yapıyorum diye de düşünmelerini öneriyorum.

Son olarak şunu söyleyebiliriz ki kendi kendimizi tatmin etmek için çocuklarımızın fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyor olmak hiç sağlıklı bir durum değil. Bu konuda anne-babaların daha hassas olmaları gerektiğini düşünüyorum.