Tag Archive : depresyon

Anılarımız hem olumsuz semptomların hem de akıl sağlığının temelidir. Fark ise anıların beyinde depolanma şeklindedir. Eğer işlenememişlerse, fazlaca tepki göstermemize ve çevremizdekileri incitecek şekilde davranmamıza sebep olur. Eğer işlenmişlerse sevdiklerimize ve kendimize yararlı olan şekillerde tepkiler vermemize neden olurlar. EMDR terapisinde anılar belirlenir ve işlenirler, çünkü var olan semptomların çoğu işlenmeyen anılar yüzündendir. Dünyada gezindiğimiz şu anda, olasılıkla işlenmemiş bellek ağlarına bağlanmakta olan çeşitli olaylar meydana gelmektedir. O zaman çocukluk duygu ve algılarımız ortaya çıkmakta ve tepkilerimizi bilinçli olarak etkilemektedir. Eski olayın biz de, “hah işte, bu şekilde hareket ediyorum çünkü annem beni kreşten almayı unutmuştu” diyen bir görüntüsü uyanmaz. Biz sadece olayla bağlantılı olan duyguyu taşırız. Bu bilinçdışı anıları belirlediğimiz ve işlediğimiz andan itibaren olumsuz duygular ve fiziksel duyumsamalar da artık ortaya çıkmaz. İşte o zaman şimdiki zamanda tam bir yetişkin olabilir ve ona göre davranabiliriz.

Bazen çocuklukta yaşanılan bir olay o kadar rahatsız edici olabilir ki, bu rahatsızlık beynin doğal işleme yetisini tamamen bastırır ve olayla bağlantı tamamen kesilir ve kişi olayı hiçbir şekilde anımsayamaz. Eğer kişide bir semptom varsa, buradan anlaşılması gereken şey bu semptoma neden olan veya onu fazlalaştıran bir yaşantının olduğudur. İster bilinçli olarak hatırlansın, isterse hatırlanmasın mutlaka bir şey olmuştur. Bazı acı veren anılar inatçı olur. Bunun nedeni bazı olaylardan duyulan rahatsızlığın çok yüksek düzeyde olmasıdır, öyle ki beynin bilgi işleme sistemi bozulur ve anıyı kendi başına çözüme götüremez.  Örneğin; çocukken tacize uğramış bir kadın, kendisini bir canavarın kovaladığı karabasanlar görebilir. O anı EMDR seanslarında ele alındığında, adeta bir örtü kaldırılmış gibi olur ve duygusal rahatsızlığın sebebi açıkça ortaya çıkar. Canavar onu çocukluğunun geçtiği evde kovalayan tacizcidir.

Yani anlaşılacağı üzere, EMDR terapisi ile olumsuz duygu, duyumsama ve inanışları içeren işlenmemiş anılar hedef alınarak beynin bilgi işleme sisteminin harekete geçirilmesi suretiyle, eski anılar kısa bir zaman içinde “hazmedilebilir” bir hale gelmektedir. Yani yararlı olan şeyler öğrenilir, yararsız olanlar atılır ve anı bellekte artık zarar vermeyecek şekilde depolanır.

Klnk.Psk.Sezen Sağlam

Kaynak:  Acı Anıları Silmek. Francine Shapiro

Online psikoterapi, klasik yüz yüze yapılan psikoterapi ve danışmanlık yöntemlerinin uygulamalarında olduğu gibi temel klinik görüşme teknik ve etik kurallarına uyularak, danışan ve psikoterapistin farklı yerlerde bulunmasıyla beraber telefon, bilgisayar gibi iletişim araçları ve internet sistemleri kullanılarak gerçekleştirilen bir psikoterapi türüdür.

Online psikoterapilerin günümüz koşullarında maliyet, zaman, mekân, ulaşılabilirlik açısından daha avantajlı olmaları kullanılabilirliklerini arttırmıştır. Yapılan araştırmalar, coğrafi olarak psikoterapi almaya uygun yerde olmayanlar, fiziksel olarak engelli veya ciddi bir hastalık dolayısıyla evden çıkamayan kişiler için online psikoterapilerin avantaj sağladığını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra danışan ile psikoterapist arasındaki terapotik ilişkinin online psikoterapiyle de kurulabildiği, bazı danışanların ise özellikle online psikoterapiyi tercih ettikleri de görülmektedir.

Yapılan klinik çalışmalar, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, depresif bozukluklar, yeme bozuklukları, evlilik sorunları ve cinsel sorunlar gibi bir çok psikolojik sorunda online psikoterapilerden yarar sağlandığını göstermektedir. Bunun yanı sıra online psikoterapilerin, ağır psikiyatrik bozukluklarda, kriz anlarında, kendine veya başkasına zarar verme düşüncesinin olması durumunda ve velisinin izni ve bilgisinin olmadığı 18 yaşından küçük bireylerde uygulanması uygun değildir.

Online psikoterapi sağladığı tüm bu kolaylıklara ve yapılan çalışmalara rağmen günümüzde hala faydasının olup olmayacağına dair kuşkuyla yaklaşılan bir yöntem olarak görülmektedir. Fakat günümüz koşulları düşünüldüğünde teknolojinin sağladığı imkanlardan faydalanarak etkililiği kanıtlanmış bu terapi türüne bir şans verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

Depresyon toplumda en sık görülen ruhsal bozuklukların başında gelmektedir. Her insan zaman zaman hayatının bir kısmında hüzün, keder, umutsuzluk, mutsuzluk, çaresizlik gibi olumsuz duygulanımlar yaşayabilir. Ama bu belirtiler her zaman kişinin depresyonda olduğu anlamına gelmez. Depresif ruh hali ile depresyonu birbirine karıştırmamak gerekir. Depresif ruh hali kimi zaman herkesin yaşayabileceği kısa süreli ve geçici bir durumdur. Fakat yaşanan duruma depresyon denilebilmesi için belirtilerin en az 2 haftadır arka arkaya yaşanıyor olması ve bu durumun kişinin artık günlük yaşamını olumsuz etkileyecek kadar şiddetli yaşanıyor olması gerekir.
Depresyonun çeşitli nedenleri olmakla beraber temelde ki nedeni bir kayıp duygusunun yaşanmış olmasıdır. Bu sevdiğin birinin kaybı, sevgiliden ayrılma, güven kaybı, iş değişikliği, ev değiştirme, yaşadığın yeri değiştirme gibi önemli yaşamı etkileyebilecek olaylar olabilir. Bazen mutlu olaylarda depresyona sebep olabilir. Doğum yapma güzel ve mutlu bir olay olmakla beraber, kişide kimi zaman depresyona yol açabilir. Bunun yanı sıra genetik faktörler, ilişki problemleri, maddi problemler, bazı hormon düzeylerinin değişikliği, bazı kullanılan ilaçlar, yaşlanma gibi birçok etken depresyona neden olabilir.
Depresyonun oluşmasında etkili olan bazı kişisel özellikler de vardır; kimi zaman kişinin kendisi, çevresi ve gelecekten beklentileri, idealleri ile kendi gerçek durumu arasında o kadar çok fark vardır ki, bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide depresyona yol açabilir. Kişinin çevresindekiler kendisinden çok fazla şey beklediklerinde ve kişide bunları karşılamada doğal olarak yetersiz kaldığında, kişide beliren çaresizlik ve zayıflık düşünceleri depresyona neden olabilir.
Depresyon belirtileri, kişinin kendisini hemen her gün, yaklaşık gün boyu ağlamaklı, hüzünlü, çaresiz, mutsuz, sıkıntılı ve umutsuz hissetmesi, eskiden zevk alınarak yapılan aktivitelerin çoğuna karşı ilgide azalma ve artık onları yapmaktan eskisi gibi zevk alamama, iştahta azalma veya tam tersi artma, istenmeyen bir şekilde kilo alıp verme, uykusuzluk yaşama veya aşırı uyuma, uykuya dalmakta güçlük çekme veya sık sık uyanma, çok fazla uyunmasına rağmen sabahları uyanıldığında yorgun hissetme, düşünce, davranış ve konuşmalarda yavaşlama, karar vermekte güçlük çekme, bir şeye başlamakta ve onu sürdürmekte zorluk yaşama, dikkat eksikliği yaşama, cinsel istekte azalma, vücutta nedeni bulunamayan ağrıların oluşması, mide bağırsak problemleri, nefes darlığı gibi fizyolojik kökeni olmayan rahatsızlıkların görülmesi şeklindedir. Bunun yanı sıra kişi yineleyen bir biçimde ölüm ve intihar düşüncelerine kapılabilir. Tüm bu belirtilerden bir kaçı sizde var ve 2 haftadır sürüyor ise depresyonda olma ihtimaliniz yüksektir.
Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tedavisinde izlenecek yöntemler hastalığın tipine ve kişinin özelliklerine göre belirlenir. Hastalığın seyrine göre bir veya birkaç tedavi şekli birlikte uygulanabilir. Depresyon tedavisi zaman alabilecek ve bu süreçte kişinin sabırlı ve olumlu düşünmesi gereken bir süreçtir. Eğer sizin de bu tür depresif şikayetleriniz varsa, kendiniz ve çevrenizin mutluluğu için bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir.

Bahar ayının yüzünü göstermesiyle birlikte bazı kişilerde kaygı, endişe, sinirlilik hali, yorgunluk, iştahsızlık gibi durumlar görülebilir. Eğer bu gibi belirtiler sizde de aniden ortaya çıktıysa bahar depresyonu yaşıyor olabilirsiniz.

Halk dilinde bahar depresyonu olarak bilinen mevsimsel duygulanım bozukluğu her yılın aynı zamanlarında tekrar eden bir depresyon türüdür. Her yılın bahar aylarında ortaya çıktığı için bahar depresyonu olarak isimlendirilmiştir. Bu zamanlarda kendinizi sinirli, yorgun ve halsiz, endişeli, motivasyonsuz, enerjisi çekilmiş gibi hissedebilirsiniz. Hiçbir şey yapmak istemeyebilir, elinizi kolunuzu kaldırmakta isteksizlik yaşayabilir, okula ve işe gitmekte güçlük çekebilirsiniz.

Bahar depresyonunun spesifik sebepleri kesin olarak bilinmemektedir. Bütün ruhsal hastalıklarda olduğu gibi bu durumda da genetik faktörler, yaş vs. depresyona yatkınlığı arttırabilmektedir. Mevsimsel depresyona erkeklere oranla kadınlarda daha fazla rastlanır. Güneş ışığının süresinin uzaması ile birlikte gün içerisinde uyanık kalma süresi uzadığı için, vücudun biyolojik saati bozulur. Bu da depresif duygu durumuna sebebiyet verebilir.

Bahar depresyonunun belirtilerini hafife almamak gerekir. Bu durumları yaşıyor ve bu belirtiler 2-3 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir uzmana danışmak gerekir. Çünkü eğer 2- 3 haftada geçmiyorsa depresyonunuzun altında başka sebepler yatıyor demektir. Eğer bu hastalık da diğer depresyon türleri gibi ciddiye alınmaz ve tedavi edilmez ise daha kötüleşerek ciddi sorunlara yol açar.

Bahar depresyonunu hafif atlatmak için; mutlaka spor yapın, tempolu yürüyüşler yapın, sağlıklı beslenin, alkolden uzak durun, sevdiğiniz insanlarla birlikte olun ve sevdiğiniz, hoşlandığınız şeyleri yaparak vakit geçirmeye çalışın.

Kişilik bozuklukları

DSM-IV e göre kişilik bozuklukları şöyle tanımlanmıştır. Kişinin içinde yaşadığı toplumda önemli ölçüde sapmalar gösteren sürekli bir davranış biçimidir, yaygındır ve esnekliği yoktur. Ergenlik ya da genç erişkinlik yıllarında başlar, zamanla kalıcı olur. Sıkıntıya ve işlevsellikte bozulmaya yol açar.

Kişilik bozukluğu kendini insanlar arası ilişkilerde gösterir. Yani kişilik bozukluğu olan birey topluma uygun davranışlar gösteremez, topluma uyum sağlayamaz. Kişilik bozukluğu olan bir kimse genellikle kendini çevreye değil, çevreyi kendisine uydurma yoluna gider.  Kişilik bozukluğu olan birey genellikle çevresi ile çatışık bir durumdadır. Bir kişinin kişilik bozukluğu sorununun olup olmadığını anlamak gerçekten zordur ve uzun bir süre çalışmayı gerektirir.

Kişilik bozuklukları birçok etkene bağlı olarak gelişebilir. Bunların en başında erken çocukluk döneminde anne-baba ile olan ilişkilerdir. Anne-babanın çocuğunu yetiştirirken sergiledikleri tutumlardır. Bunun yanı sıra kültürel faktörler, fiziksel çevre, merkezi sinir sitemi bozuklukları, beyin hastalıkları, biyolojik faktörler de kişilik bozukluklarının gelişmesinde etkili olabilir.

Kişiliğin çekirdekleri erken çocukluk döneminde oluşur. Kişiliğin gelişmesi ergenlik döneminin sonuna kadar devam eder. Yani kişilik çok uzun zamanda gelişir ve şekillenir bu yüzden değiştirilmesi zordur.

DSM-IV’e göre kişilik bozuklukları şöyle sıralanır;

A Kümesi (Paranoid, Şizoid ve Şizotipal Kişilik Bozuklukları)

B Kümesi (Antisosyal, Borderline, Histrionik veNarsisistik Kişilik Bozuklukları)

C Kümesi (Çekingen, Bağımlı, Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu)

D Kümesi(Başka türlü adlandırılamayan kişilik bozuklukları)

Paranoid Kişilik Bozukluğu

Başlıca özelliği başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlayıp sürekli bir güvensizlik ve kuşkuculuk gösterme şeklindedir.  Bu bozukluk genç erişkinlik döneminde başlar ve değişik koşullar altında ortaya çıkar. Belirtiler tüm kişilik bozukluklarında oldugu gibi süreklilik gösterir, iş ve sosyal hayattaki işlevselliği önemli bir ölçüde etkiler.

Paranoid kişilik bozukluğuna sahip bireyler; yeterli bir temele dayanmadan başkalarının kendine zarar verdiğinden ve kendisini sömürdüğünden kuşku duyarlar, dostlarının veya iş arkadaşlarının kendine olan bağlılıkları ve güvenirlikleri üzerine kuşkuları vardır. Söylediklerinin kendilerine karşı zarar verici bir şekilde kullanılacağı hakkında yersiz korkuları olduğu için başkalarına sır vermek istemezler, sıradan sözlerden ve olaylardan aşağılandığı ve kendisine göz dağı verildiği şeklinde anlamlar çıkarırlar, süekli kin beslerler, haksız yere eşinin sadakatsizliği hakkında kuşkulara kapılırlar, karakterine ve itibarına saldırdığı yargısını taşır ve karşı saldırıda bulunurlar. Genelde resmi ve gergin olurlar, katıdırlar ve uzlaşma yoluna girmezler. kesinlikle birine bağımlı olmayı ya da birilerinden yardım almayı kabul edemezler, bu durum onlar için aşağılayıcı ve küçük düşürücüdür. güç sahibi olmaya ve kişilerin derecelerine aşırı önem verirler.Paranoid kişilik bozukluğuna sahip bireyler geçinilmesi zor kişilerdir. çünkü kişiler arası ilişkilerde güvensizdirler. Devamlı insanların kendilerine yaklaşmalarının altında bir çıkar olduğunu düşünürler, kendilerinin çok iyi olduklarına, hiç kimsenin onları sevmediklerine inanırlar.Yerleşik düşünceleri “insanlar olası düşmanlardır”, önde gelen davranışları ise “dikkatli olma” dır.Tüm kişilik bozukluklarında olduğu gibi, paranoid kişilik bozukluğunun tedavisinde de  kullanılan birincil yöntem psikoterapidir. Bazı durumlarda ilaç tedavsi de psikoterapi ile birlikte kullanılır.

Şizoid Kişilik Bozukluğu

Başlıca özelliği sürekli toplumsal ilişkilerden kopma ve başkalarıyla birlikte olunan ortamlarda duyguların anlatımında kısıtlı kalma örüntüsüdür. Bu bozukluk genç erişkinlik döneminde başlar ve değişik koşullarda  ortaya çıkar.

Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler, yakın ilişki kurmaktan ve topluma karışmaktan çekinirler. genelde yalnız yaşamayı tercih ederler, başkalarıyla birlikte olmaktan zevk almazlar, soğuk ve mesafelidirler. Eğlence ve aktivitelerden kaçınırlar, birinci derece akrabaları dışında yakın  arkadaşları ve sırdaşları yoktur. Yakın bir ilişkiye zorlanırlarsa, anksiyeteleri çok artabilir. Duygularını hiç bir şekilde belli etmezler, böylece etraflarında yoğun duygu yaşamazlarmıış gibi görünürler. Cinselliğe karşı ilgisizdirler, cinsel istekleri nadiren belirir ve bu yüzden genellikle evlenmezler. Konuşmaları yavaş ve tekdüzedir. Sorulara kısa ve net cevaplar verirler. Rekabetin olmadığı işleri tercih ederler, tek başlarına çalıştıklarında daha başarılı olabilirler. Genellikle tek bir konuya odaklanır ve başka bir şeyle ilgilenmezler. Şizoid kişilik bozukluğuna sahip bireylerin  yerleşik düşüncesi “benim bir dünyam olmalı” dır, önde gelen davranışları ise “toplumdan uzaklaşma” şeklindedir. Tüm kişilik bozukluklarında olduğu gibi, şizoid kişilik bozukluğunda da tedavi psikoterapidir. Bazı durumlarda ilaç tedavisi de psikoterapi ile birlikte kullanılabilir.

Şizotipal Kişilik Bozukluğu

Başlıca özelliği yakın ilişkilere girebilme becerisinde azalma ile belirli, toplumsal ve kişilerarası yetersizliklerin yanı sıra, bilişsel veya algısal çarpıklıkların ve alışılagelmişin dışında davranışların olduğu yaygın bir örüntünün olmasıdır.

Bu kişilerin davranışlarında, düşüncelerinde, konuşmalarında, gürünümlerinde ve duygularında birçok olağandışı özellik vardır. Zor ilişki kurabilen, anlaşılması güç tuhaf kişilerdir. Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişilerin referans düşünceleri, batıl inançları, altıncı his, gaipten haber alma gibi inançları olabilir. olaylar olmadan önce bunları öngörebilecek ve başkalarının düşüncelerini okuyabilecek özel bir takım düşünceleri olduğuna inanabilirler. Duygulanımlarında iniş çıkışlar vardır. İnsanlarla düzgün ilişki kuramazlar. Yabancıların yanında genelde kendilerini gergn ve huzursuz hissederler. Yakın ilişkilere girerken rahatsızlık duyar ve zorlanırlar. Yakın arkadaş veya sırdaşları yoktur. Kendi hislerinin farkında değillerken, başkalarının ne hissettiklerine karşı çok ilgilidirler. Dış görünümleri garip ve farklıdır. Alışılagelmişin dışında hareket ve konuşmalar yapabilirler. Konuşmaları dağınık, soyut, anlaşılması zor, olağandışı olabilir. Ağır stres altında geçici, kısa süreli psikoz belirtileri yaşayabilirler. Çoğu zaman kuşkucudurlar. Çoğunda paranoid düşünce ve geçici psikotik belirtiler görülür. Kendine yabancılaşma hastanın hayatının bir parçası olmuştur. Toplumun %3’ünde görülür. Şizofreni yakınları olanlarda daha sık görülür. Tüm kişilik bozukluklarında olduğu gibi şizotipal kişilik bozukluğunda da tedavi psikoterapidir. Hastalığı ilerlemiş olanların hastaneye yatırılması gerekebilir. Depresif ve psikotik belirtilerin olduğu dönemlerde ilaç tedavisi de psikoterapi ile birlikte kullanılabilir.

Antisosyal Kişilik Bozukluğu

Antisosyal kişilik özelliğinin başlıca özelliği başkalarının haklarını saymama, sorumsuz davranma ve toplumsal kurallara uymamadır. Bu bozukluk psikopatlık veya sosyopatlık olarak ta adlandırılır.

Bu tür kişilik bozukluğu olanlar dışarıdan normal ve cana yakın kimseler olarak görülebilirler. Bu kişiler genellikle gergin, huzursuz, öfkeli, umursamaz, acımasız ve bencildirler. Antisosyaller sürekli suç işlerler, kanunlarla başları derde girer. Asla yaptıklarından pişman olup, vicdan azabı çekmezler. Aksine kötü bir davranışı sadece zevk aldıkları için bile yapabilirler. Çabuk sinirlenirler, sıklıkla kavga ederler saldırgan davranışlar sergileyebilirler. Hırsızlık, sahtekarlık gibi olaylara karışırlar, sonunu düşünmeden taciz ya da tecavüz olaylarına karışabilirler. Başkalarına zarar verdikleri gibi kendi bedenlerine de delici veya kesici aletlerle zarar verebilirler. Antisosyal kişiler sıklıkla bencil davranışlar sergilerler, eş duyumdan yoksunlardır, kendilerini her zaman haklı görürler.

Antisosyal kişilik bozukluğu olanların hayatta belirli bir amaçları yoktur. Bir işte uzun süreli çalışamazlar, hiç kimseye karşı sorumluluk ve bağlılık hissetmezler. iyi bir anne veya baba olamazlar, eşlerine veya çocuklarına şiddet uygulayabilirler.

Çocuklukta beyin disfonksiyonu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gösterenlerde antisosyal kişilik bozukluğu riski daha yüksektir. Bu bozukluk daha çok karışık ev ortamlarında ortaya çıkmaktadır. Yaşamın ilk 5 yılında anneden ayrı olan çocuklarda sosyopati görülme sıklığı fazladır. Bu yaşlarda ciddi yoksunluk yaşayan çocuklar ergenlik döneminde davranışlarını kontrol etmekte güçlük çekmekte, ilgi ve dikkat çekmeye çalışmakta, normal bir kaygı veya gerilim taşımamakta ve sosyal olgunluğa erişememektedirler.

Tüm kişilik bozukluklarında olduğu gibi antisosyal kişilik bozukluğunda da tedavi şekli psikoterapidir. Ayrıca kişilik bozukluğu ile birlikte depresyon ve anksiyete gibi durumlarda ilaç tedaviside kullanılmaktadır.

Borderline Kişilik Bozukluğu

Bu kişilik bozukluğu olan kişiler, duygularında, ilişki kurdukları kişilerle ve benlik imajlarında tutarsızdırlar. Hep bir sıkıntı, kriz ve boşluk içindedirler. bu kişilerde depresyon hali sıkça görülür, yoğun olarak terk edilme ve yalnız kalma korkusu yaşarlar. Yalnız kalmaya dayanamazlar, sağlam bir kimlik duygusu gelişmemiştir. Çok çabuk hayal kırıklığına uğrar ve çabuk sinirlenirler. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde şizotipal, antisosyal, narsisistik ve histrionik kişilik bozuklukları da aynı anda görülebilir. Bu kişilerde kendilerine zarar verme, madde kötüye kullanımı, tıkınırcasına yemek yeme, intihar ve tehdit edici davranışlara sık sık rastlanır. Duygularında tepkisellik yoğun olarak görülür.

Borderline kişilik bozukluğunda erken anne-baba kaybı ve ani travmatik ayrılmalar önem taşır. Egoları güçsüzdür, bu nedenle anksiyeteyi tolere edemezler. Bu kişilik bozukluğu olan kişilerin ailelerinde, depresyon, madde kullanımı ve antisosyal davranış bozuklukları gibi psikopatolojik durumlara sık olarak rastlanır. Borderline kişilik bozukluğunda ilaç ve alkol kötüye kullanımı sıktır. Bazen bu sorunlar hastaneye getiren sebepler olur. Özellikle sınırda kişilik bozukluğu olan erkeklerde madde kullanımı daha sıktır.

Borderline kişilik bozukluğuna sahip bireyler gerçek ya da hayali bir terk edilmeden kaçınmak için çılgınca çabalar gösterirler. Yakın ilişkide oldukları kişileri, gözünde aşırı büyütme veya yerin dibine sokma gibi uçlarda gidip gelen gergin ve tutarsız davranışları vardır. Kendilerine zarar verme olasılığı yüksek olan en az iki alanda dürtüsellikleri vardır. (Örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasızca araba kullanma, tıkınırcasına yemek yeme) Kendilerini sürekli olarak boşlukta hissederler. Uygunsuz yoğun öfkeleri veya öfkelerini kontrol altında tutamama gibi durumları söz konusudur.

Borderline kişilik bozukluğuna erkelere oranla kadınlarda iki kat daha fazla rastlanır. Annesinde borderline kişilik bozukluğu olan çocuklarda daha sık görülür. Borderline kişilik bozukluğunun tedavisi psikoterapidir. Hasta ayakta tedavi olabileceği gibi daha ağır durumlarda hastanede kalarak tedavide görebilir. Duruma göre duygu durumunun dengelenmesi ve dürtü denetiminin sağlanabilmesi için ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir.

Histrionik Kişilik Bozukluğu

Histrionik kişilik bozukluğu olan bireyler, rol yapıyormuş gibi, duygusal ve olumlu izlenimler bırakmaya çalışan, çok renkli, dikkatleri üzerine çekmeye çalışan ve başkalarını etkilemeye yönelik davranışta bulunan kişilerdir. duyguları, düşünceleri ve inançları sık sık değişir. Fakında olmadan karşılarındaki kişiyi taklit edebilirler. Stres altında gerçeği değerlendiremezler, hayal güçleri oldukça fazladır ve yaratıcı düşünürler. Engellenmeye, reddedilmeye ve düş kırıklığına gelemezler. Övgüye çok meraklıdırlar ve cinsel yönden kışkırtıcıdırlar. Kişisel ilişkilerinde iyi olsalar da derinlik ve süreklilik yoktur. Bu kişiler iç görüden yoksundurlar. Övgüye ve kabul görmeye doyumsuzdurlar. İlgi ve kabul göremediklerinde kaygı yaşarlar, bu durum onlarda değersizlik ve boşluk duygusu yaratır. Bir işi başarabilmek için yapamayacakları şey yoktur, sevgileri yüzeyseldir.

Histrionik kişilik bozukluğu olan kişiler, kendi başlarına pek hareket edemezler ve devamlı başkalarına bağımlılık duyarlar. Bu tip kişilerin altta yatan iki tane yerleşik düşünceleri vardır. “Ben yetersizim ve kendi yaşamımı kendim idame ettiremem” ve “değerli olabilmek için herkes tarafından sevilmeliyim” düşünceleridir. Kendilerine bakamayacakları düşüncelerinden dolayı sürekli ilgi arayışındadırlar. Sevimli olmak ve devamlı sevilen kişi olmak, dışlanmaya ve yalnız kalmaya karşı duyarlı olmalarına sebep olur. “Ya hep ya hiç” şeklinde düşünürler.

Kadınlara erkeklerden daha sık histrionik tanısı konmaktadır. Yaşlandıkça azalma göstermektedir. Diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi histrionik kişilik bozukluğunda da tedavi yöntemi psikoterapidir. Gelip geçici duygusal durumlar için ilaç kullanılabilmektedir.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu

Narsisizm ve narsisistik kişilik bozukluğu birbirinden farklıdır ve ayrı değerlendirilmeleri gerekir. Narsisizm kişinin kendine duyduğu cinsi arzu yani kabaca kişinin kendisine aşık olması anlamına gelmektedir. “Ayna ayna söyle bana benden daha güzel var mı bu dünyada” sözü narsisizmin simgesi olmuştur. Yani herkes onlara hayran, onlar ise saece kendilerine hayrandır. Kendini beğenen, başka insanların yaşadıklarına ve yaşattıklarına duyarsız kalan, insanlara kıskançlık duyan ve kendini sürekli ön plana çıkarmaktan zevk duyan insanlar narsisistik olarak tanımlanırlar.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu olan kişiler başkalarının düşünce veya isteklerine gerekli ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Üstünlük duygusu, beğenilme gereksinimi, hayranlık beklentisi ve empati yapamama narsisistik kişilik bozukluğu’nun temel özellikleridir. Bu kişiler kendileriyle çok meşgul gibi görünseler de aslında kendilerini yüzeysel, değersiz ve aşağılık hissetme eğilimi içindedirler. NKB olan kişiler eleştirilere katlanamazlar, insanları kendi amaç ve istekleri doğrultusunda sömürürler. Diğer insanlara karşı ilgi ve empati yoksunluğu sergilerler. Empati yani başkalarının ne hissettiğini anlama yetenekleri gelişmemiştir.kişiler arası ilişkileri bozuktur, devamlı ilgi, beğeni ve onay beklerler. Beklentileri karşılanmayınca kırılganlık, bunaltı ve çökkünlük ortaya çıkar. Her şeyin en iyisinin kendisinde olmasını isterler. Başkalarına karşı yoğun kıskançlık hissederler, kendini beğenmiş ve kibirlilik duyguları kabarıktır.

Bu kişiler yürekten ve derinden bir üzüntü duyamazlar, yani yas yaşayamazlar. Olumsuz durumlar narsisistik kişileri fazlaca öfkelendirir veya önüne geçilemez bir intikam duygusu oluşturur. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireyler yaşlılıkta güçlük çekerler. Narsistler yapılan eleştirilere, bir yarışta kaybetmeye, başarısızlığa ve hata yapmaya karşı aşırı hassastırlar, bu durumda kendilerini aşırı değersiz, incinmiş ve küçük düşmüş hissederler. Bu nedenle eleştiriye karşı aşırı öfkelenirler. Narsistler için başarısızlık rekabet içeren bir ortamda birinci, önde gelen ya da tercih edilen kişi olmamak anlamına gelebilir.

Narsist kişiler kendini seven değil, aslında kendinden nefret eden kişilerdir. Kendilerini sevmedikleri gibi diğer insanları da gerçekten sevemezler, sevme kapasiteleri yoktur. Yapaydırlar, çıkarlarını sevmektedirler ve koşullu sevmektedirler. Duygusal ilişkilerine bakıldğında, gerçek bir yakınlığı içeren ilişkilere giremez veya sürdüremezler. Narsist kişiler için yakın ilişkiler, insanlardan ve kendilerinden sakladıkları yaralı, boş ve değersiz hissettikleri gerçek benliklerinin açığa çıkma ve fark edilme riskini taşır, bu yüzden yakın ilişki kurmaktan kaçınırlar.

Narsisitik kişilerin terapiye gelme nedenleri genelde yaşadıkları ve tarif etmekte güçlük çektikleri, derin bir boşluk, can sıkıntısı, anlamsızlık, tatminsizlik, umutsuzluk veya karamsarlık hisleridir. Bu hislerini bastırmak ve içsel boşluklarından kurtulmak için narsistler çeşitli şekillerde eyleme vurma davranışları gösterebilirler. Narsistlerin eyleme vurmaları; gelişigüzel ilişkiler, anlamsız veya sapkın cinsel etkinlikler, alkolizm, iş koliklik, aşırı başarı hissi, madde kullanımı, ideolojik, dinsel ve grupsal fanatizm olarak sıralanabilir.

Narsisistik kişilik bozukluğu kronikleşme eğilimi taşır ve tedavisi zor bir durumdur. Tedavi yöntemi psikoterapidir.

Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu

Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunda temel olarak inatçılık, ısrarcılık, aşırı düzenlilik, titizlik, kararsızlık ve katılık bulunur. Bu kişiler yaptıkları işin geneline ve amacına değil ayrıntılarına takılırlar. Mükemmelci bir davranış içerisindedirler ve aşırı mantıklıdırlar. Duygularını ifade etmekte zorluk çekerler, genelde resmidirler, yakın arkadaşları veya dostları yoktur ya da çok azdır. OKKB olan kişiler ahlaki konulara aşırı önem verirler. Toplumsal kurallara karşı aşırı duyarlıdırlar. Sorumluluk duygları aşırı gelişmiştir, genelde hata yapmaktan ve yanlış anlaşılmamaktan dolayı karar vermekte zorlanırlar. Düzen ve detaylarla çok fazla ilgilendikleri için genelde insanları kendilerinden uzaklaştırırlar. Otoriter bir tutumları vardır.

OKKB olan kişiler, cimridirler, evlerindeki eski ve gereksiz eşyaları bir türlü ellerinden çıkaramazlar. Evlerinin, işyerlerinin temizliği için ciddi olarak zaman harcarlar. Obsesif-kompulsif özelliklerle, obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunu ayrımının yapılabilmesi için, kişinin iş ve sosyal işlevselliğinde önemli bozulmaların olup olmadığına bakılır.

Ana babanın aşırı mükemmeliyetçi ve detaycı tavırları ileride çocukta obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunun ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Obsesif-kompulsif kişilerde genç yaşta depresif bozukluklara sıklıkla rastlanır. Kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülmektedir. Bu bozukluğun gidişi kişiye göre değişkenlik gösterir, yaş ilerledikçe hastalık şiddetlenebilir. Tedavi şekli psikoterapidir, şiddetli olanlarda ilaç tedavisi de uygulanabilir.

Çekingen Kişilik Bozukluğu

Çekingen kişilik bozukluğu olan kişiler, aşağılık kompleksine sahiptirler. Aslında arkadaşlık kurmaya isteklidirler, fakat eleştirilmekten korktukları için ilişkilerinde hep çekingen ve utangaç davranırlar, bu yüzden toplumdan kopuk ve yalnızdırlar. İlişkilerinde aşağılanmaktan çok korkarlar ve bu yüzden duygularını açığa vuramazlar. Kendilerine güvensizdirler ve bunu başkalarıyla olan ilişkilerine de yansıtırlar. Çekingen kişilik bozukluğu olan kişiler, huzursuz, gergin ve tasalıdırlar. Kendilerini işe yaramaz ve değersiz olarak görürler, başkalarına bağlanamazlar ve reddedilmeye karşı aşırı duyarlıdırlar.

Çocuklukta ve ergenlikte oluşan çekingenlik ve yabancı korkusu bu kişilik bozukluğunun temelini oluşturur. Kadınlarda daha fazla görülür. Annelerinde çekingen kişilik bozukluğu olanlarda daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Bu kişilerin hastalıkları boyunca sosyal fobileri gelişir.

Tedavi şekli psikoterapidir.

Bağımlı Kişilik Bozukluğu

En önemli özeliklerinden biri kendilerine güvenmemeleridir. Kendi başlarına karar veremezler. Kişiler arası ilişkilerinde uzlaşıcı  ve çok fazla verici davranırlar. Kabul görmek ve onaylanmak için sıcakkanlı ve uyumlu davranırlar. Kendilerini olduklarından daha fazla aşağı görürler. Kendi görüşlerini savunmaktan ve sorumluluk almaktan kaçınırlar. kendilerine bakamayacaklarını düşündükleri için tek başlarına kaldıklarında rahatsızlık ve çaresizlik hissederler.

Bağımlılık histrionik ve borderline kişilik bozukluklarında da vardır. Fakat bağımlı kişilik bozukluğu  gösteren kişi bağımlı oldukları kişiyle kalıcı bir ilişkiye sahiptirler. Diğer bozukluklarda bu durum nadiren görülür. Kadınlara erkeklerden üç kat daha fazla bu bozukluğa rastlanır. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireyler yalnız kalmamak ve bağlantıyı devam ettirmek uğruna fiziksel ya da psikolojik her türlü kötü kullanıma katlanabilirler.

panik atak

Panikatak ani endişe duygusu ile birlikte gelen bir takım bedensel belirtilerin yaşandığı, belirtiler grubudur. Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, terleme, titreme, boğazda yumru hissi, bulanık görme, baş dönmesi, baş ağrısı, bazen mide bulantısı, ölecekmiş gibi hissetme ve delirme korkusu  gibi belirtileri bulunmaktadır. Hastanın mutlaka panik atağının başladığı dönemde bir dönüm noktası yaşamış olması gerekir. Yani hasta yakın bir geçmişinde kayıp duygusu yaşamıştır. Bu kayıp duygusu bazen dışarıdan fark edilebilen, bazen ise içsel bir durumdur. Sevilen bir kişinin kaybı, başarı kaybı, ev değiştirme, taşınma, evlenme vs. Her hastada belirtiler farklı olabilir. Panik atak için, çarpıntı, endişe ve diğer belirtilerinden bir kaçının olması yeterlidir.

Kimlerde daha çok görülür? Psikolojik rahatsızlıklar kişilik seçer.  Panik atakta kişilik seçer. Panik atak A tipi kişilik özellikleri (endişeli, detaycı, mükemmeliyetçi, kuralcı, eleştirel, olumsuz bakan, duygularını çok fazla göstermeyen ) olan kişilerde,  diğer  kişilere oranla 2 kat daha fazla görünür.  Belirtilerin 3 haftadan fazla olması gerekir.  Panik atak adrenalin seviyesini yükseltecek her durumda gelebilir. Sınav öncesi, bir toplantı öncesi, hatta uykuda bile gelebilir. Çünkü adrenalin seviyesi uykuda da artabilir. Panik atak en fazla 15 dakika sürer.

Panik atak genetik ile ilgili değildir. Sadece şu söylenebilir. Anne panik ataklı ise çocukta da panik atak  olacak diye bir kaide, genetik olarak yoktur. Ama endişeli, ayrıntıcı, vesveseli bir annenin çocuğunun panik atak olma olasılığı yüksektir.

Panik atak diğer hastalıklara davetiye çıkarır. Bir süre sonra üzerine depresyon eklenir. Çünkü panik atak insanı sınırlayan kısıtlayan bir hastalıktır. Bu sınırlanmalar hastayı depresyona sokabilir. Sonrasında panik atağın üzerine anksiyete bozukluğu eklenir. Sonrasında takıntılı düşünceler ve korkular gelir. Panik atak hastalığının tedavisi mümkündür.