Category Archive : ÇALIŞMA ALANLARIM

Obsesyon, istemeden akla gelen, rahatsız edici, kişinin iradesiyle zihninden uzaklaştıramadığı, inatçı, tekrar eden düşünceler, davranışlar veya imgelerdir.

Kompulsiyon ise, obsesif düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak ve korkulan sonuçların oluşmasını engellemek için yapılan davranışlar veya zihinsel eylemlerdir.

Başlıca obsesyonlar bulaşma, dini-cinsel içerikli düşünceler, kendine veya başkasına zarar verme ile ilgili düşünceler, simetri-sayma-sıralama obsesyonları ve biriktirme-istifleme obsesyonlarıdır. Örneğin, bulaşma takıntısı olanlar başkalarıyla tokalaşmaktan, oturulan bir yere oturmaktan rahatsızlık duyarlar, çünkü kendilerine bulaşacağı veya kirlenecekleri korkusu yaşarlar. Simetri ile ilgili obsesyonu olanlar, duvarda düz durmayan bir tablodan fazlaca rahatsız olurlar. Dini obsesyonları olanlar, inançsızlık ve cezalandırılma korkusu yaşarlar. Acaba Tanrı’ya küfür mü ettim? Sorguladığım için günahkâr mıyım? gibi takıntılı düşüncelere sahip olurlar.

Kompulsiyonlar ise evden çıkmadan önce ütünün fişini çekip çekmediğini defalarca kontrol etmek hatta yoldan dönmek, kapıyı kilitleyip çıktığı halde tekrar dönüp dönüp kontrol etmek, yeterince temizlenmediği düşüncesiyle saatlerce banyoda kalmak, duvarda yamuk duran tabloyu kalkıp defalarca düzeltmek, dışarıda bulduğu eşyaları eve getirerek biriktirmek gibi eyleme dökülen yineleyici davranışlardır.

Peki tüm bunların OKB’mi yoksa günlük davranışlar mı olup olmadığını nasıl ayırt edebiliriz?

Çoğu kişinin bazı alışkanlık ve ritüelleri vardır. Mesela tedbirli olmak için yaptığımız bazı kontroller vardır. Gece yatmadan kapıyı kilitleyip kilitlemediğimize bakmak, çayın altını kapadık mı diye evden çıkarken kontrol etmek gibi. Bunlar normal davranışlardır, ama kapıyı kilitleyip yatıp sonrasında tekrar tekrar kalkıp kontrol etmek normal değildir. Yani bu düşünceler ve davranışlar, zihnimizi devamlı meşgul etmiyor, yaygın bir endişeye sebep olmuyor ve günlük akışımızı etkilemiyorsa bunların obsesif kompulsif bozukluk olduğunu söyleyemeyiz.

OKB ve EMDR Terapisi

Emdr terapisine göre ruhsal bozuklukların temelinde geçmişte yaşamış olduğumuz travmatik anılar ve olumsuz yaşam deneyimleri vardır. Emdr’ye göre zihnimizde uygun olmayan şekilde depolanan anıların kişide gelecek yıllarda işlevsel olmayan düşünce ve davranışlara neden olduğu kabul edilir. Obsesyonlar ve kompulsiyonlar da geçmişte yaşanmış ve işlenmemiş travmatik anıların dışa vurumudur. Emdr terapisi ile bu travmatik anılar ele alınarak tüm işlevsel olmayan travma bileşenleri işlevsel olanlar ile yer değiştirir. Bu şekilde obsesyon ve kompulsiyonlar ile bağlantılı olan anılar da çalışılarak, OKB ile ilgili semptomların azalması sağlanır. Emdr terapisinin obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde diğer terapi yöntemlerine göre daha kısa süre sürdüğü ve daha etkili olduğuna dair araştırmalar bulunduğu söylenmektedir.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Yetersizlik duygusu insanın hayatını bloke eden duygulardan biridir ve kişinin hem sosyal hem de profesyonel hayatında mutsuzluğun kaynaklarındandır. Peki yetersizlik duygusu nedir? Psikolojideki tanımına göre, kişinin gözle görülen, ispat edilebilecek tüm kabiliyet ve yeterliliklerine rağmen bunları kendisinin fark edememesi ve sahip olduğu bu olumlu özellikleri reddetmesi, kendisini yeterince iyi ve başarılı hissetmemesi durumuna yetersizlik duygusu denmektedir. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi, “Ben bu işte başarılıyım”, “Bu ilişkide iyiyim” diye kendine itiraflarda bulunamaz;  yaptıklarından, başarılarından, elde ettiklerinden bir türlü mutluluk duymaz ve hep kendisini eksik hisseder. Yetersizlik duygusu yaşayan kişi zaman zaman veya sıklıkla kendisini başkalarıyla kıyaslarken ve diğerinden daha aşağı görürken bulur. Kıyas yapılan şeyler maddi veya manevi olabilir. Bazen diğerinin maddi gücü, parası, sahip olduğu araba ötekine kendisini yetersiz hissettirirken bazen de birinin daha başarılı olması yetersiz hissettirir. Bazı kişiler kendilerini ara sıra yetersiz hissederlerken, bazı kişiler ise yeryüzünde devamlı yetersizlik duygusuyla yaşarlar. Fakat bilinmeli ki dünyanın en kendine güvenen insanları bile zaman zaman kendilerini yetersiz hissederler. Yetersizlik duygusu kronik bir hal aldığında ve artık kişinin hareket alanını kısıtlamaya başladığında tedavi edilmesi gereken bir hal almış demektir.

Peki, yetersizlik duygusunun nedenleri nelerdir?

İnsanların yaşadığı deneyimler ve buna bağlı olarak gelişen içsel duyguları yetersizlik hissetmelerine neden olabilir. Herkesin yaşam hikâyesi aynı değildir ve dolayısıyla yetersizlik duygularını içeren birçok durum da farklı kişisel deneyimlere veya sahip olunan duygulara kadar uzanabilir. Bazen bu deneyimler veya duygular yüzeyin altında olabilir ve ortaya çıkan yetersizlik duygusu daha önemli bir sorunun belirtisi de olabilir.

Yapılan araştırma ve yayınlanan makalelere göre kronikleşen yetersizlik duygusunun temelleri çocuklukta atılmaktadır. Ebeveynleri tarafından onaylanmayan ve devamlı eleştirilen, okulda öğretmeni tarafından başarısı görülmeyen, arkadaşları tarafından kabul görmeyen çocuklarda yetersizlik hissinin tohumları atılmış oluyor. Adler ise,  yetersizlik duygusunun oluşumunda 1-çocuğun yetersiz organlarla doğması,  2- çocuğun şımartılması,  3- çocuğun ihmal edilmesi ile ilgili olduğunu söylemektedir.

Çocuk, organlarının gelişmemiş olması, kendinden daha güçlü kişilere bağımlılık ihtiyacının olması ve başkalarına bağımlı olmanın verdiği acı sonucu tüm gelişim dönemlerinde anne babasıyla ve hayatı boyunca da dünyayla kurduğu ilişkide yetersizlik duygusunu yaşamaktadır. Çocuğun şımartılmasının yetersizlik duygusunun gelişmesine sebep olan diğer bir kaynak olduğu ifade edilmiştir. Şımartılan çocuk, hiçbir çaba göstermeden istediği şeyleri elde etmeye alışık olduğu için çevresi tarafından ilgi görmediği durumlarda bunu kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılar ve kendisini dışlanmış, terk edilmiş hisseder. Hep almaya alışmış olan bu çocuk vermeyi hiç öğrenememiş ve devamlı başkaları tarafından istekleri gerçekleştirilen ve hizmet gören bu çocuk bu şekilde bağımsızlığını da kazanamamıştır. Yetersizlik duygusunun kaynağını oluşturan üçüncü yaşantı ise çocuğun ihmal edilmesidir. İhmal edilen çocuklar sevgiyi ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın ne olduğunu öğrenemezler. Bu çocuklar hayatın zorluklarıyla karşılaştıklarında normal olarak başka kişilerin yardımlarını ve bu zorlukların üstesinden gelmelerini sağlayacak kendi güçlerini küçümserler. Diğer kişilere hep kuşkuyla bakarlar. Bir annenin çocuğuna vermesi gereken ilk şey, anne bebek arasındaki güven bağını kurmak ve daha sonra da bu güvenin giderek derinleşmesini ve tüm çevrenin güvenini kapsayacak şekilde gelişmesini sağlamaktır.

Çocuklukta yetersizlik deneyimleri olan bazı kişiler, yetişkin olduklarında da kendilerine öyle gerçekleştirilmesi güç olan hedefler koyarlar ki bu hedeflerin gerçekleşmemesi de kişiye kendisini yetersiz hissettirebilir. Bunun yanı sıra toplumun çoğunluğu tarafından gerçekleştirilmesi veya sahip olunması mümkün olmayan güzellik, güç, şöhret ve zenginlik standartlarının yer aldığı sosyal medya tarafından yayınlanan mesajlarda kişilerde yetersizlik hissinin ortaya çıkmasının nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca diğer insanların mutlu, başarılı, güçlü ve iyi olduğunu görmek kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden olabilir ve bu kıyaslamalar kendi güçlü ve başarılı taraflarımızı zaten küçümsemeye meyilli olduğumuz için de bize zarar verebilir.

Yetersizlik duygusuna sahip olduğunuzun belirtileri nelerdir?

Bazı kişiler daha güzel, daha güçlü görünen, daha bilgili insanların yanında kendilerini rahatsız hissederler, onlarla ilişki kurarken heyecanlanır veya ilişki kurmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kişi kendini yetersiz görürken karşısındaki kişiyi, kendisinden daha üstün görür fakat bunun bilincinde değildir. Dolayısıyla bu durum kişiyi diğer insanlarla ilişki kurmaktan alıkoyabilir. Yetersizlik duygusuna sahip olan kişilerde var olan belirtiler, güvensizlik ve düşük benlik saygısına sahip olma, hedeflerine ulaşamama ve kendisini sıkışmış hissetme, yapmak istediklerinden kolayca vazgeçme, eleştirilmeye tahammül edememe, sosyal durumlarda geri çekilme ihtiyacı hissetme ve ilişki kurmaktan kaçınma, reddedilme korkusu yaşama, anksiyete ve depresyon yaşama. Mükemmeliyetçi olma, rekabet içerisinde olma, dikkat çekmeye çalışma, sürekli başkalarında kusur bulma, kendi hatalarını kabul etmekte zorlanma, başkalarından daha iyi olduğunuzda kendinizi daha iyi hissetme de bir kişinin yetersizlik duygusuna sahip olduğunun belirtileridir fakat çoğu zaman kendinden aşırı emin olan kişilerin özellikleriyle karıştırılırlar.

Yetersizlik duygusundan kurtulmak için neler yapılmalı?

Yetersizlik duygunuzun tam olarak nereden geldiğini anlamak, nasıl ilerleyeceğinizi anlamanızı ve kendinize olan güveninizi geliştirmenizi kolaylaştırabilir. Kendinizi yetersiz hissediyorsanız, bu yetersizlik duygularının geçmişte gelişmiş olma ihtimali yüksektir.  Yetersizlik duygunuzun altında yatan nedenlerin neler olabileceğini düşünmek için kendinize biraz zaman ayırın. Neden yetersiz hissettiğinizi anladıktan sonra, bu temel nedenlerle başa çıkmaya ve oradan kendinizi geliştirmeye çalışabilirsiniz.

1-Kendinizle Olumlu Konuşmaya Başlayın

Kendinizle içsel olarak nasıl konuştuğunuz, kendiniz hakkında nasıl hissettiğiniz konusunda etkilidir.  Kendinize dair algınızı değiştirmek, kendinizle konuşma şeklinizi değiştirmekle başlar. Kendinizle nezaket ve empati ile konuşmak için daha fazla çaba göstermelisiniz. Mesela bunu bir yere gitmeye hazırlanırken kendinizle ilgili olumlamaları veya ifadeleri tekrarlayarak aynada yapabilirsiniz. Kendinizle ne kadar olumlu konuşmaya inanırsanız, kendinizi o kadar iyi bir ışık altında görürsünüz.

 2-Negatif Kişisel Düşüncelerinize ve İnançlarınıza Meydan Okuyun

Olumsuz düşünceleri oldukları gibi, yani içsel zorbalar olarak görmek işe yarayabilir. Kendinizi yetersiz hissetmenize neden olan olumsuz düşünce ve inançlarınızı daha olumlu olanlarla değiştirmeniz gerekecektir. Unutmayın ki kendinizi nasıl algıladığınızın kontrolü sizdedir. Doğru düşüncelere dikkat ettiğinizden emin olmanız önemlidir.

3-Her zaman Karşılaştırmadan Kaçının

Kendinizi başkalarıyla, başkalarının sahip olduklarıyla veya başarılarıyla kıyaslamaktan vazgeçmeli ve hayattaki kendi ilerlemenize odaklanmalısınız. Gurur duyacağınız şeyler yapın ve ilerlemelerinizi sadece geçmiş ilerlemenize bakarak ölçmeyi tercih edin. Çünkü kendiniz başkalarıyla karşılaştırdığınızda bu sizi yetersiz ve kötü hissettirebilir..

4-Sevdiğiniz Şeyleri Yapın

Zevk almayacağınız ya da iyi hissetmeyeceğiniz şeyleri üstlenmeyin bunları yapmak sizi sadece aşağı çekecektir. Odak noktanız sizi mutlu eden ve zevk duyacağınız şeyler yapmak olmalıdır. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve özgüveninizi oluşturmanıza yardımcı olacaktır.  olamayacağımız şeyleri üstlenmek bizi sadece aşağı çeker. Odağınızı, zevk aldığınız ve sizi mutlu eden daha fazla şey yapmaya çevirin. Bu tür etkinlikler, ruh halinizi yükseltmenize ve daha iyi hissetmenize yardımcı olacak ve bu da özgüveninizi oluşturmaya başladığınızda sizi başarıya hazırlayabilir.

5-Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin

Çok fazla görev üstlenip bunların üstesinden gelmeye çalıştığınızda ve bunları yapamadığınızda kendinizi yetersiz hissedebilirsiniz. Gerçek şu ki, daha küçük daha ulaşılabilir hedefler belirlemek, üstlendiğiniz görevleri bölmek size kendinizi daha iyi hissettirecektir. Unutmayın ki yavaş ve sakin olan yarışı kazanır.

6-Mevcut Yaşam Tarzınızı İyileştirin

Egzersiz, diyet ve diğer yaşam tarzı seçimleri gibi şeyler genel olarak daha iyi zihinsel ve fiziksel sağlığa katkıda bulunabilir. Düzenli egzersiz yapmıyorsanız, iyi beslenme seçimleri yapın ve uykunuzu ve sağlığınızın diğer alanlarını kontrol etmeye çalışın. Bu, ruh halinizi iyileştirmenizde ve zamanla kendiniz hakkında daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.

Yukarıdaki ipuçları, bir yerden başlamak için işinize yarayacak noktalardır, ancak bazı kişilerin bunları hayatlarında uygulama veya yetersizlik duygusunun nedenlerini bulma konusunda daha fazla yardıma ihtiyacı olabilir. Bu durumda da başvurabileceğiniz en iyi yardım bir uzman yardımı olacaktır. Yüz yüze veya online bir psikoterapist, güvensizliklerimizin nereden geldiğini daha iyi anlamanıza, bu geçmiş sorunlardan kurtulmanıza ve başarılı bir şekilde ilerlemek için gereken başa çıkma mekanizmalarını kullanmanızda size yardımcı olacaktır.

 

Kaynaklar:

How To Cope With Feeling (betterhelp.com)

http://dx.doi.org/10.17051/io.2016.90300

Evliliklerdeki en hassas konulardan biri cinselliktir. Çiftler bir çok konuyu aralarında konuşup, ifşa edebilseler de özellikle cinsel yaşamları hakkında pek konuşmazlar/ konuşamazlar. Evliliklerinde seks yapmayı bırakan çiftler için ise bu konuyu konuşmak özellikle daha da zor olabilir.
Bu konuyu aralarında gündeme getirmekten kaçınan  çiftlere yardımcı olmak için aşağıdaki liste fayda sağlayabilir. Neden çiftler seks yapmayı bırakırlar ve bu konuyu konuşmaktan kaçınırlar?

1- Çiftler eşlerinin artık kendilerini çekici bulmadıklarını duymaktan çekinebilirler ve reddedilmekten korkabilirler. Bunun yanı sıra eşinin bir başkasıyla seks yapıyor olmasından ve bunu öğrenmekten de korkabilirler.
2- İlişki, çiftin her ikisininde ihtiyaç duyduğu veya istediği bir hayatı sürdürmek için birlikte çalıştıkları bir iş anlaşmasına dönüşmüş olabilir. Bu tür ilişkilerde romantizm ve cinsellik ilişkiyi çoktan terk etmiştir ve cinsellik yerine para konuşulur olmuştur.
3- Bitkinlik ve yorgunluk önemli bir etkendir. Çalışmak ve çocuklara bakmak, ev işleri, sorumluluklar cinselliğin öncelikler listesindeki yerini değiştirebilir. Eğer bireyin enerjisi kalmadıysa, cinsellik hakkında düşünmek ve onunla meşgul olmak daha da zorlaşabilir.
4- Yıllar içinde vücudunuz değişmiş olabilir ve artık vücudunuz hakkında kendinizi iyi hissetmiyor olabilirsiniz. Eskiden daha iyi hallerinizi görmüş olan eşinizin karşısında iyi hissetmediğiniz halinizle olmak istemiyor olabilirsiniz.
5- Evlilikte eşlerden biri aldatmışsa eğer, kaybedilmiş olan güven duygusu konusunda hala eksiklik devam ediyorsa, kişinin bir türlü güven duyamadığı  partneriyle cinsellik yaşamak istemiyor olması gayet normaldir. Sonuçta kimse güvenmediği biriyle yakın olmak istemeyecektir.
6- Kişisel hijyen seks yapmadan öncesinde dikkat edilmesi gereken çok önemli konulardan biridir. Eşler yatmadan önce hijyenlerine dikkat etmiyorlarsa, mesela dişlerini fırçalamıyor ve duş almadan yatağa giriyorlarsa bu da eşi seks yapmak istemekten uzaklaştırabilir.
7- Eşler aynı cinsel rutinden sıkılmış olabilirler, hep aynı pozisyonda aynı rutinlerle sevişiyor olmak artık eşlere cazip gelmiyor olabilir.
8- Öfke çiftlerin birbirlerinden uzaklaşmalarında önemli bir konudur. Eşine kızgın ve öfkeli olan birinin fiziksel yakınlık kurmak istemesi pek olası değildir. Öfkenin kaynağının bulunması, çözülmesi evlilik ve cinsel yaşam için çok önemlidir.
9- Seks esnasında rahatsızlık ve acı hissetmek. Bu durumda eşleri seks yapmaktan uzaklaştıran bir konudur. Özellikle kadınlarda kuruluk, gerginlik ağrılı cinsel birleşmelere sebebiyet verebilir ve eş bunu devamlı yaşıyorsa seks yapmak kendisi için keyif verici bir durumdan çıkıp rahatsızlık verici bir duruma dönüşecektir. 
10- Çiftlerin performans kaygıları, orgazm olamama, erken boşalma gibi sorunlarda seksten uzaklaşılmasına sebep olabilir.

Yukarıda sayılan tüm maddeler kişinin cinsel hayatını olumsuz yönde etkileyebilecek sorunlardır. Unutulmaması gerekir ki evlilik sorunları cinsel sorunlara, cinsel sorunlar da evlilik sorunlarına yol açmaktadır. Dolayısıyla eğer cinsel yaşamınızda bu türlü sorunlar varsa ve bu sorunlar ilişkinizi etkiliyorsa, problemler daha da kronik bir hal almadan konunun uzmanlarından yardım almanız doğru bir adım olacaktır.

Klinik Psikolog Sezen Sağlam

Depresyon toplumda en sık görülen ruhsal bozuklukların başında gelmektedir. Her insan zaman zaman hayatının bir kısmında hüzün, keder, umutsuzluk, mutsuzluk, çaresizlik gibi olumsuz duygulanımlar yaşayabilir. Ama bu belirtiler her zaman kişinin depresyonda olduğu anlamına gelmez. Depresif ruh hali ile depresyonu birbirine karıştırmamak gerekir. Depresif ruh hali kimi zaman herkesin yaşayabileceği kısa süreli ve geçici bir durumdur. Fakat yaşanan duruma depresyon denilebilmesi için belirtilerin en az 2 haftadır arka arkaya yaşanıyor olması ve bu durumun kişinin artık günlük yaşamını olumsuz etkileyecek kadar şiddetli yaşanıyor olması gerekir.
Depresyonun çeşitli nedenleri olmakla beraber temelde ki nedeni bir kayıp duygusunun yaşanmış olmasıdır. Bu sevdiğin birinin kaybı, sevgiliden ayrılma, güven kaybı, iş değişikliği, ev değiştirme, yaşadığın yeri değiştirme gibi önemli yaşamı etkileyebilecek olaylar olabilir. Bazen mutlu olaylarda depresyona sebep olabilir. Doğum yapma güzel ve mutlu bir olay olmakla beraber, kişide kimi zaman depresyona yol açabilir. Bunun yanı sıra genetik faktörler, ilişki problemleri, maddi problemler, bazı hormon düzeylerinin değişikliği, bazı kullanılan ilaçlar, yaşlanma gibi birçok etken depresyona neden olabilir.
Depresyonun oluşmasında etkili olan bazı kişisel özellikler de vardır; kimi zaman kişinin kendisi, çevresi ve gelecekten beklentileri, idealleri ile kendi gerçek durumu arasında o kadar çok fark vardır ki, bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide depresyona yol açabilir. Kişinin çevresindekiler kendisinden çok fazla şey beklediklerinde ve kişide bunları karşılamada doğal olarak yetersiz kaldığında, kişide beliren çaresizlik ve zayıflık düşünceleri depresyona neden olabilir.
Depresyon belirtileri, kişinin kendisini hemen her gün, yaklaşık gün boyu ağlamaklı, hüzünlü, çaresiz, mutsuz, sıkıntılı ve umutsuz hissetmesi, eskiden zevk alınarak yapılan aktivitelerin çoğuna karşı ilgide azalma ve artık onları yapmaktan eskisi gibi zevk alamama, iştahta azalma veya tam tersi artma, istenmeyen bir şekilde kilo alıp verme, uykusuzluk yaşama veya aşırı uyuma, uykuya dalmakta güçlük çekme veya sık sık uyanma, çok fazla uyunmasına rağmen sabahları uyanıldığında yorgun hissetme, düşünce, davranış ve konuşmalarda yavaşlama, karar vermekte güçlük çekme, bir şeye başlamakta ve onu sürdürmekte zorluk yaşama, dikkat eksikliği yaşama, cinsel istekte azalma, vücutta nedeni bulunamayan ağrıların oluşması, mide bağırsak problemleri, nefes darlığı gibi fizyolojik kökeni olmayan rahatsızlıkların görülmesi şeklindedir. Bunun yanı sıra kişi yineleyen bir biçimde ölüm ve intihar düşüncelerine kapılabilir. Tüm bu belirtilerden bir kaçı sizde var ve 2 haftadır sürüyor ise depresyonda olma ihtimaliniz yüksektir.
Depresyon tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tedavisinde izlenecek yöntemler hastalığın tipine ve kişinin özelliklerine göre belirlenir. Hastalığın seyrine göre bir veya birkaç tedavi şekli birlikte uygulanabilir. Depresyon tedavisi zaman alabilecek ve bu süreçte kişinin sabırlı ve olumlu düşünmesi gereken bir süreçtir. Eğer sizin de bu tür depresif şikayetleriniz varsa, kendiniz ve çevrenizin mutluluğu için bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir.

Eşlerinizin, ebeveynleriniz ile geçinmesi zordur ve her zaman mümkün de olmayabilir. Eğer karınız ve anneniz çatışıyorsa, evliliğinizin zarar görmemesi için yapmanız gerekenler.

  • Karınızı dinleyin

Bir insanın hayatta kazanabileceği en büyük yeteneklerden biri nasıl dinleyeceğini öğrenmesidir. Karınız ve anneniz arasında açıkça bir sorun olduğunda ilk önce karınızı dinlemelisiniz. Sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmalı ve onu, onun bakış açısından anladığınızdan emin olmalısınız. Sorun hakkında kendi fikriniz olabilir, ancak öncelikli olarak karınızın bakış açısını anlamanız gerekir.

  • Karınızın sınır çizmesine yardımcı olun

Örneğin; annenizin çat kapı devamlı gelmesinden dolayı karınız stresli hissediyorsa, eşinizin sınır çizmesine yardımcı olun. Sınırlarınız ne olursa olsun, evliliğiniz için yapabileceğiniz en sağlıklı şeylerden biri de orijinal aileniz ile ilişkiniz açısından sınırları belirlemektir. Bu, onlardan nefret ettiğiniz anlamına veya onları asla görmek istemediğiniz anlamına gelmez, sadece karınıza öncelik vermiş olursunuz, böylelikle de mutlu bir eşe ve mutlu bir yaşama sahip olabilirsiniz.

  • Eşinize, sizden beklentilerinin neler olduğunu ve neye ihtiyacı olduğunu sorun

Bunu tahmin etmeye çalışmayın, kendisine sizden neler istediğini, neler beklediğini sorun ve isteklerini yapmaya çalışın.

  • Annenizle ikiniz için de konuşun

Karınıza, annenizle bir sorun yaşadığınızda “bunu anneme sen söylemelisin” demeyin. Annenizle ikiniz için, bire bir veya çift olarak konuşmak ilişkiniz için daha sağlıklı olacaktır. Bu, kendiniz için yaşadığınız durumun sahibi olduğunuz ve bu durum içerisinde karınızla aynı yerde olduğunuz anlamına gelir.

  • Eşinizle anneniz arasındaki ilişkinin ortasında kalmayı reddedin.

Aralarındaki herhangi bir anlaşmazlığa aracılık etme ya da farklı bakış açılarını yorumlama niyetinde olmadığınız açıkça belirtiniz. Kendiniz için sınırlar koymak, sizi günlerce sürebilecek kederden kurtarabilir .

  • Erkekler, karınıza annenizden daha fazla öncelik vermelisiniz.

Çoğu erkek bunu yapamıyor. Anneyle olan göbek bağı kesin ve kararlılıkla kesilemiyor. Evlendiğiniz zaman, karınıza kararlı bir şekilde öncelik vermeli ve bunu annenize iletmelisiniz. Bunu belki de bir olay yaşadığınızda açıklığa kavuşturabilirsiniz.  Anne “seni çok seviyorum, ama şimdi evliyim ve ……. hayatımın bir numaralı kadını olmalı” diyebilmelisiniz. Bu belki annenizi acıtabilir ama açık olmak sonrası için iyi olacaktır.

  • Bir kızın kalbini kazanmak sadece evlilik ile bitmez.

Evlendiğinizde, eşiniz orijinal ailenizden daha öncelikli ve tercih edilen olmalıdır. Öncelikli ve en önemlisi olduğunu anlaması önemlidir ve ailenizle yeni sınırlar oluşturmanız önemlidir. Annene karının önce geldiğini açıkladığında, muhtemelen daha iyi anlaşacaklardır, çünkü senin için rekabet etme ihtiyacını ortadan kaldırmış olacaksınız.

  • Eşinizle ve annenizle ayrı ayrı kaliteli zaman geçirin.

Açıkçası, her şeyin bir aile olarak birlikte yapılması gerekmiyor. Açıkçası, eşinizle özel zaman geçirmek daha kolay olacaktır. Ancak annenizle (ebeveynlerinizle) birebir ilgilendiğinizden de emin olun, böylece büyüdüğünüz aile ile süreklilik sağlamış olursunuz.  Çünkü köken ailenizle paylaştığınız her şeye saygı gösterilmesi gerekiyor. Bir eşin(karı/koca) sadece ailenizden hoşlanmadığı için ailenizle birlikte olma ihtiyacınızı ve arzunuzu kabul etmemesi, kök ailenizle teması sınırlamak için asla yeterli bir neden değildir.

Buradaki asıl mesele, herkesten önce en fazla evliliğinizin ilgiyi hak ettiğidir. Öncelikli olarak karınızla olan ilişkinizdir ve bu ilişkinin sağlıklı olmasıdır. Evliliğinize bu hakkı verdiğinizde, diğer tüm ilişkiler kendi kendine yoluna girecektir.

Vajinismusu genel olarak, hiçbir fiziksel engel olmamasına rağmen kadının korku, kaygı ve endişelerinden dolayı cinsel ilişkiye izin vermemesi olarak tanımlıyoruz. Vajinismusta başta vajina etrafındaki kaslarla birlikte tüm vücutta kasılma, endişe, korku, tiksinme ve panik hali olur; hasta bacaklarını açılmasını engelleyecek şekilde sıkıca kapatır ve elleriyle eşini iterek cinsel ilişkiye izin vermez.

Vajinismus erken çocukluk döneminde ve yetişkinlikte yaşanmış travmalar, cinsel istismar, taciz veya tecavüz gibi olaylar sonucu gelişebileceği gibi, kişinin cinsellikle ilgili yanlış ve olumsuz inançlarından kaynaklanabilir. Hamilelik korkusu, daha öncesinde acılı ve ağrılı bir birleşme yaşanmış olması, yetersiz cinsel eğitim, ev yaşantısında katı ve dengesiz dini öğretilerin olması, evde şiddet yaşantısı, aileye ilişkin korkular, bağlanma korkusu, taciz eden bir partnerin olması, güven eksikliği vb. nedenleri vardır.

Vajinismusun tedavisinde herhangi bir ilaç kullanımına gerek yoktur. Bunun yanı sıra tıbbi bir müdahaleye de gerek yoktur. Vajinismus konunun uzmanı bir cinsel terapist ile birlikte uygun psikoterapi yöntemleri kullanılarak ortadan kaldırılabilir.

Bir psikoterapi yöntemi olan EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) travma sonrası ortaya çıkan stres bozukluğunun ve bir çok ruhsal bozukluğun giderilmesinde etkili olan bir terapi yöntemdir. Cinsel terapistler, cinsel işlev bozukluklarını başarılı bir şekilde tedavi etmek için farklı teknikler kullanırlar. EMDR ‘de vajinismusun tedavisinde kullanılan etkili ve kısa süreli bir terapi yöntemidir. EMDR nedir? http://www.sezensalihoglu.com/calisma-alanlarim/emdr-nedir/

Çocukluk çağında cinsel travmaya maruz kalmış erişkin kadınlarda EMDR terapisinin travmaya bağlı semptomlarda azalma veya iyileşme sağladığı bildirilmiştir. (Edmond ve ark.1999, Edmond ve Rubin 2004).

EMDR ile vajinismusa sebebiyet veren olumsuz cinsel deneyimler veya travmalar, mevcut işleyiş içindeki tetikleyiciler, uyaranlar ve durumlar hedeflenerek, beklenti ve korkular ele alınır ve gelecekte pozitif bir cinsel yaşantı için çalışılır. Beynin belirli bir bölümünde asılı kalan travmatik yaşantılar EMDR ile duyarsızlaştırılarak, olumsuz etkileri yok edilir. Örneğin, mastürbasyon yaparken yakalanan ve azarlanan bir kız, yetişkin yaşamında çok büyük bir utanç duygusu yaşayabilir. Küçük bir “t”(travma) olarak değerlendirilebilecek bu içsel utanç, daha sonra yetişkinlikte kişinin cinsel işlevini etkileyebilir.  EMDR, istemsiz yanıtı duyarsızlaştırmak ve çocukluk çağı travmasına ilişkin olumsuz bilişi yeniden işlemesine yardımcı olmak için kullanılabilir. Negatif biliş yeniden işlendikten sonra, pozitif biliş kurulabilir. Vajinismusun oluşmasına sebep her ne olursa olsun EMDR ile çalışılması ve ortadan kaldırılması mümkündür.

Yapılan araştırmalarda belirtildiği gibi EMDR terapi yöntemi ile vajinismusun 3 seans gibi kısa bir sürede çözümlendiği söylenebilir. EMDR ile vajinismusun ortaya çıkmasına sebebiyet veren travmatik yaşantılar ve olumsuz inançlar çalışıldığında vajinismusta otomatik olarak ortadan kalkmaktadır.

Evlilik öncesi danışmanlık, çiftlerin evlenmeye hazırlanmalarına yardımcı olan bir terapi şeklidir. Evlilik öncesi danışmanlık, eşlerin güçlü ve sağlıklı bir ilişkilerinin olmasını sağlamaya yardımcı olur,çiftlere istikrarlı ve tatmin edici bir evlilik için daha iyi bir şans verir. Bu tür bir danışma aynı zamanda evlilik sırasında sorun yaşanmasına sebep olabilecek zayıflıkların belirlenmesine de yardımcı olur.

Evlilik öncesi danışmanlık genellikle evlilik ve aile terapisti olarak bilinen terapistler tarafından verilir.

Evlilik öncesi danışmanlık eğitseldir, geliştiricidir ve önleyicidir. Evlilik öncesi danışmanlık, çiftlerin evlilik öncesinde ilişkilerini geliştirmelerine, birbirlerini ve kendilerini daha iyi anlamalarına ve tanımalarına olanak sağlar. Evlilik öncesi danışmanlıkta, para ile ilgili konular, iletişim becerileri, inançlar ve değerler, evlilikte roller, cinsellik, çocuk sahibi olma isteği, aile ilişkileri, karar verme becerileri, öfke ile başa çıkma, birlikte zaman geçirme gibi konular üzerine çalışılabilir.

Evlilik öncesi danışmanlık, evlenecek çiftlerin iletişim kabiliyetlerini geliştirmelerine, evlilik için gerçekçi beklentiler belirlemelerine ve çatışma çözme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Kendi değerlerinizi, düşüncelerinizi ve geçmişinizi bir ilişkiye getirdiğinizi ve her zaman birbirinizle uyuşmayabileceğinizi unutmayın. Örneğin, aile sistemleri ve dini inançlar çok değişkendir. Pek çok çift, ilişki ve evlilik içerisinde etkili olan anne-babasıyla ve diğer rol modelleriyle çok farklı bir gelişim yaşamıştır. Birçok insan evlendiğinde sosyal, finansal, cinsel ve duygusal ihtiyaçlarını daha rahat karşılayacağına inanır fakat bu her zaman böyle olmayabilir. Siz ve eşiniz evlilik öncesinde aranızdaki farkları ve beklentileri tartışarak, evlilik sırasında birbirinizi daha iyi anlayabilir ve destekleyebilirsiniz.

Evlilik öncesinde ihtiyaç duyduğumuz temel hazırlık aslında pratik değil psikolojiktir. Evlilik öncesi danışmanlık ile geçmişinizin geleceğinizi nasıl etkilediğini analiz edersiniz. Bir dereceye kadar hepimiz çevremizin ve tecrübemizin ürünleriyiz. Evlilik öncesi danışmanlık, sizden, büyürken gördüklerinize veya geçmişte yaşadıklarınıza dayanarak evlilik hakkında herhangi bir izlenim oluşturup oluşturmadığınızı anlamanızı isteyecektir. Evlenmeden önce geçmiş dinamiklerden ve ilişkilerden bahsetmek, bunları irdelemek ve anlamak, insanların daha bilinçli, sağlıklı seçimler yapmalarını ve daha sağlıklı şekillerde ilişki kurmalarını sağlar.

Evlilik öncesi danışmanlık, bir çifte evlendiklerinde ne gibi sorunlarla karşılaşabileceğini görme fırsatı sunar. Her iki tarafın da geçmişlerine bakmalarını, ilişkiye hangi dinamikleri getirebileceklerini ve nasıl başa çıkacaklarını, yaşamın yeni bir evresine girerken yaşayabilecekleri sorunlarla en iyi nasıl baş edebileceklerini düşünmelerini sağlar.

Anne-oğul ilişkileri gerçekten de karışıktır. Sağlıklı ve sağlıksız yapıda anne-oğul ilişkileri vardır. Bebek doğduğunda annenin bakımına, annesinin onu beslemesine, ihtiyaçlarını karşılamasına ve en önemlisi de sevgisine muhtaçtır. Oğul büyürken bir yandan dünyayı öğrenir, bir yandan da bağımsızlığını tesis eder. Bunlar gerçekleşirken tabi ki annesinin sevgisine, ilgisine, desteğine, bakımına ihtiyaç duyar. Fakat bir annenin, oğlunun adına tüm kararları vermesi, ihtiyaç duysun duymasın her şeyini karşılaması, onun gelişimine uygun yaşam becerileri geliştirmesine izin vermemesi ve devamlı kontrol eden bir yapıda olması onun bağımsızlaşmasını önemli ölçüde zorlaştırır. Bu sağlıklı bir anne-oğul ilişkisi değildir. Bir çocuğun kararlarını verirken devamlı annesinden destek beklemesi de sağlıklı bir ilişki değildir.

Bu sağlıksız ilişkiler sadece anne-oğul üzerinde değil, çevrelerinde sahip oldukları diğer ilişkileri de bozar. Yetişkin bir oğulun iş ilişkilerini, özel ilişkilerini, sosyal ilişkilerini de olumsuz yönde etkiler. Eğer bir oğul evlendikten sonra da eşinden önce annesine öncelik veriyorsa, bu sağlıksız bir ilişkidir. Böyle bir durumda yetişkin oğul, annesine öncelik vermediği için, annesinin beklentilerine karşılık vermediği için suçluluk, pişmanlık ve vicdan azabı vs. hissedebilir. Böyle bir sağlıksız anne-oğul ilişkisi, yetişkin oğulun evlilik ilişkisini de bozar.

Bazı anneler vardır ki aşırı korumacıdırlar. Oğullarını bırakmakta zorlanırlar. Oğullarının kendi hayatlarını kontrol etmelerine izin vermezler. Kendi sorumluluklarını üstlenmelerine engel olurlar. Oğulları evlendiklerinde gelinlerinin, oğullarına nasıl baktıkları konusunda merakta olurlar ve müdahalede bulunurlar.

Anne-oğul ilişkilerinin büyük bir kısmı oğlu daha bebek iken ve büyürken onunla kurduğu ilişkilerden ve sonrasında yaşanmış bir takım durumlardan kaynaklanır. Eğer annenin, kendi eşiyle sağlıklı bir ilişkisi yoksa, eşinden yeteri derecede duygusal olarak destek alamıyorsa veya eşi ölmüş ise o zaman bir erkek olarak en yakınında olan oğluna dönmesi kendisine doğal gelebilir. Örneğin, belki çocuğun babası küçükken annesinden ayrıldı ve erkek çocuk annesinin sahip olduğu tek şeydi. Ya da belki babası öldü ve o da her zaman annesi için üzüldü ve babasının orada olmamasını telafi etmeye çalıştı. Belki babası annesine çok kötü davranıyordu ve kendisi de bu boşluğu alması gerektiğini düşündü. Tabi ki anne de oğlunun tüm bu rolleri almasına izin verdi.

Bazen şöyle bir şeye de rastlanabilir, anne kendi çocukluğunda almış olduğu duygusal yaraları çocukları ile sarmaya çalışır. Eğer ilgisiz ve sevgisiz büyümüş ise bu ihtiyaçlarını patolojik bir şekilde çocukları üzerinden karşılamaya çalışır. Bu da çocuklarına karşı bağımlı bir ilişki geliştirmesini sağlar.

Anne-oğul arasındaki bu sağlıksız ilişki türü oğlunun evliliğinde problemler yaşamasına sebebiyet verir. Yetişkin oğulun eşi, her zaman kendisini kayınvalidesi ile rekabet etmek zorunda hissedebilir. Kayınvalide bu sağlıksız ilişki dolayısıyla, gelinini kendisine rakip olarak görebilir, oğlu elinden alınmış gibi hissedebilir. Tüm bunlarda yetişkin oğulun eşiyle ilişkisini etkiler ve mutsuz bir evliliğe sebebiyet verir.

Genelde erkekler, bir sevgili bulduklarında veya evlendiklerinde anneleri ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyorlar ve çoğu zaman anne-oğul ilişkisi, bazı durumlarda boşanma noktasına kadar evlilik üzerinde büyük bir etkiye sahip oluyor.

Sağlıksız anne-oğul ilişkisine örnekler;

  • Sağlıksız ilişki: Oğlum her zaman beni görmekle yükümlüdür ve beni tüm planlarının önüne koymalıdır.
  • Sağlıklı ilişki: Oğul annesini görmek istiyorsa eğer planları içine alır ve annesi ile uygun bir zaman için randevulaşır.
  • Sağlıksız ilişki: Erkek çocuk, annesini hayal kırıklığına uğratır ve istediği şeyi yapmazsa annesinin kendisine kızacağından veya onunla konuşmayacağından korkar.
  • Sağlıklı ilişki: annesini üzeceğini bildiği bir şeyi söylemek zorunda kalsa bile bunu söylemekte açık olmalıdır. Çünkü annesinin bunun üstesinden gelebilecek bir yapıda olduğunu bilir.

Evliliklerde, sağlıksız anne-oğul ilişkilerinden kaynaklanan problemler çözülebilir. Yapılması gerekenler;

1- Bir sorun olduğunu kabul etmek ve hem bireysel hem de çift olarak bir psikoterapistle görüşerek bu sorunların üstesinden gelme konusunda yardım almaktır.

2- Sınırları belirlemek ve ilk başta küçük küçük adımlar atarak bu sınır ihlalini ortadan kaldırmaya çalışmak gerekir.

Tabi ki bir anne oğulun sağlıklı bir şekilde yakın bir ilişkisinin olması kötü değildir. Aksine annesiyle yakın ilişkileri olan, iyi bir iletişimi olan erkek evlatlar, duygularını daha iyi ifade etmeyi ve anlamayı öğrenirler. Fakat geçilmemesi gereken bir çizgi vardır buna dikkat edilmelidir. Bizim burada bahsettiğimiz ilişki bağlı değil, bağımlı bir ilişkinin sağlıksız olduğudur.

Annelere birkaç tavsiye;

  • Oğullarınızın tercihlerine ve sınırlarına saygı duyarak, onları sevmek ve hayatlarına dahil olmak, onlar büyüdüklerinde de sağlıklı ve yakın bir ilişki kurmanıza yardımcı olur.
  • Güçlü ve de hassas bir oğul yetiştirmek için onu boğmadan, onun sınırlarını ihlal etmeden ona yakın durun.

Evlilik, yaşantıları ve kültürel yapıları farklı olan iki ayrı bireyin aynı zamanı ve mekanı paylaşmasıyla oluşan bir partner ilişkisidir. Aslında bir bakıma kadın ve erkeğin birlikte yaşamaya dair yaptığı bir anlaşmadır. Evlilik ilişkisinin temelinde saygı, sevgi, güven ve bağlılık duyguları yatar. Evliliğin temelindeki bu duygular ne kadar sağlıklı ve sağlamsa, evlilikte o denli sağlıklı olur. Bunun yanı sıra evlilikten beklentiler, evlenilecek kişiden beklentiler, farklılıklar ve tüm bunların farkında olmak vs. evliliğin uzun ömürlü olmasında çok önemlidir. Herkes mutlu olmayı hayal ederek evlenir, aslında kişi yaptığı seçimlerle evliliğindeki mutluluğu ve mutsuzluğu belirler. Evlilikte şüphesiz aşk ve cinsel çekim çok önemlidir fakat evliliğe karar vermeniz sadece bunlara bağlı olmamalıdır.

  • Evliliğinizi aileleriniz onaylıyor mu? Evlilik iki kişi arasında oluyor olsa bile ailelerinde evlendiğini unutmamak gerekiyor. Biz anlaştıktan sonra aileler önemli değil düşüncesi doğru değil.
  • Partnerinizin ailesi ile özellikle annesi ile ilişkisi nasıl? Bağlı mı bağımlı mı? Aileyle olan ilişkiler kişinin evliliğinde de belirleyici oluyor. Ailesini seven ve saygı gösteren kişi eşine de saygı duyar ve genelde iyi eşler olurlar. Patolojik olan kişinin ailesine özellikle de annesine bağımlı olması. Bu durumda evlilikte sıkıntıların yaşanması kaçınılmaz olur.
  • Arkadaşlarınız evliliğinizi onaylıyor mu?
  • Sık sık kavga ediyor veya ayrılıyor musunuz?
  • Kavga ve çatışmalarınızı nasıl çözümlüyorsunuz?
  • Kavga ve ayrılıklarınızın süresi ne kadar oluyor?
  • Onunla birlikteyken kendinizi güvende ve anlaşılmış hissediyor musunuz?
  • Birlikteliğiniz süresince şiddetin herhangi bir türüne maruz kaldınız mı?
  • Alkol ve madde kötüye kullanımı var mı?
  • Birlikteliğiniz yeterince sizi doyuruyor mu? Paylaşımlarınız yeterli mi?
  • İlişkinizde aldatma var mı?

Dolayısıyla evlenmeden önce bu sorulara verdiğiniz cevaplar doğru bir seçim yapıp yapmadığınız konusunda size fikir veriyor olacaktır. Bunun yanı sıra evlenmeden önce eğer çatışmalar, kavgalar, kararsızlıklar yaşıyorsanız ve çözemiyorsanız bir evlilik danışmanından yardım alabilirsiniz.

EMDR Nedir?

EMDR, Türkçe açılımıyla Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, güçlü bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bugüne kadar her yaştan yaklaşık 2 milyon kişinin farklı tiplerde psikolojik rahatsızlıklarının başarıyla tedavi edilmesini sağlamıştır.

EMDR Nasıl Geliştirildi?

EMDR’nin gelişimi 1987 senesinde, Dr. Francine Shapiro’nun göz hareketlerinin rahatsız edici düşüncelerin şiddetini azaltabildiğini tesadüfen keşfetmesiyle başladı. Dr. Shapiro bu etkiyi travmaya maruz kalmış kişiler üzerinde bilimsel olarak inceledi ve tedavide sağlanan başarıyı gösteren çalışmasını yayınladı (Journal of Traumatic Stress, 1989).

O tarihten itibaren EMDR, tüm dünyadan terapistlerin ve araştırmacıların katkılarıyla hızla gelişti. Günümüzde EMDR, birçok farklı terapi ekollerinden ögeleri içeren, farklı tanı almış durumlara özel standartlaştırılmış protokolleri bulunan, bütüncül bir terapi yöntemidir.

EMDR Nasıl İşliyor?

EMDR teorisinin altyapısını oluşturan Adaptif Bilgi İşleme Modeline göre beyin, fizyolojik temelli bir sistemle, her yeni deneyim aracılığı ile kendisine ulaşan bilgiyi işler ve işlevsel hale getirir. Duygu, düşünce, duyum, imge, ses, koku gibi bilgiler işlenip ilişkili anı ağlarına bağlanarak bütünleşir. Böylece o deneyimle ilgili öğrenme gerçekleşir. Edindiğimiz bilgiler gelecekte tepkilerimizi uygun bir şekilde yönlendirmek üzere depolanmış olur.

Bu sistem normal çalıştığında ruh sağlığını ve insan gelişimini öğrenme yoluyla desteklediği için adaptif, uyumlu bir mekanizma olarak kabul edilir.

Travmatik veya çok fazla rahatsız eden olaylar yaşandığında bu sistem bozuluyor gibi gözükmektedir. Yeni bilgi işlenip mevcut anı ağına entegre olmaz. Deneyimi anlamlandırabilmek için anı ağlarındaki işlevsel bilgilerle bağlantı kurulamaz ve akıl sağlığına uygun sonuçlar çıkarılamaz. Sonuç olarak öğrenme gerçekleşmez. Duygular, düşünceler, imgeler, sesler, beden duyumları yaşandığı haliyle depolanır. Bu nedenle bugün yaşanan bazı durumlar bu izole kalmış anıları tetiklerse, kişi o anının bir kısmını ya da bütününü yeniden yaşar gibi etkilenir.

EMDR’ye göre rahatsızlıkların, olumsuz duygu, düşünce, davranış ve kişilik özelliklerinin arkasında uyum bozucu, işlev bozucu, işlenmeden ve izole bir şekilde depolanmış bu tür anılar yatar. Kişinin kendisi ile ilgili olumsuz inançları (örn: Ben aptalım), olumsuz duygusal tepkileri (başaramamaktan korkma) ve olumsuz somatik tepkileri (sınavdan önceki gece karın ağrısı) problemin kendisi değil, semptomları, bugünkü dışavurumlarıdır. Bu olumsuz inanç ve duygulara yol açan işlenmemiş anılar şimdiki zamandaki olaylar tarafından tetiklenmektedir.

Doğal afetler, büyük kazalar, kayıplar, savaş, taciz, tecavüz gibi önemli travmaların yanı sıra, başta çocukluk çağı olmak üzere her yaşta yaşanan ve etkisi travmatik olan her tür yaşantı; günlük hayatta aile, okul, iş çevresinde yaşanan olumsuz olaylar, şiddete maruz kalmalar, aşağılanmalar, reddedilmeler, ihmal ve başarısızlıklar işlenememiş anılar arasında yer alabilirler.

EMDR, bu tür izole anıların işlenmesini sağlayan fizyolojik temelli bir terapidir. Beynin zamanında yapamadığı işlemi yapmasını sağlar. Kilitli kalmış anı ile diğer anı ağları arasında ilişki kurulması, öğrenmenin sağlanarak bilginin adaptif bir şekilde depolanması mümkün olur. Danışan artık rahatsız olmaz ve anıyı yeni ve sağlıklı bir perspektiften görür.

EMDR terapisi ile sadece semptomlar ortadan kalkmaz. Yeni bakış açısının kazandırdığı pozitif inançlar ve olumlu duygular kişinin kendisine, ilişkilerine, dünyaya bakışını da olumlu yönde değiştirip kişisel gelişim sağlar.

EMDR Terapisi Nasıl Uygulanır?

EMDR terapisinde 8 aşamalı, üç yönlü (geçmiş, şimdi, gelecek) bir protokol uygulanır. Hedef, geçmişte yaşanan anıların yeniden işlenerek duyarsızlaşmanın sağlanması, bugünkü semptomların tedavisi, danışanın gelecekte karşılaşacağı benzer sorunlar karşısında, kazandığı olumlu inanç ve duyguların geliştirdiği yeni bakış açısının yönlendirdiği davranışları gösterebilmesidir.

EMDR Protokolü

Danışan Geçmişi: Semptomlar ve sorunların kaynağı olan anılar ve gelecekle ilgili hedefler belirlenir ve tedavi planı oluşturulur.

Hazırlık: Danışan EMDR hakkında bilgilendirilir, işlemlemeye hazır hale getirilir.

Değerlendirme: Terapist, danışanın hedef anıyı temsil eden resmi, bu resimle ilgili bugünkü negatif inancını ve duygularını, bedenindeki hislerini ve yerini ve arzuladığı pozitif inancını belirlemesine yardımcı olur.

Duyarsızlaştırma: Bu aşamaya danışanın anıyı temsil etmek üzere seçtiği resme odaklanması, negatif inancını düşünmesi, negatif duygularını yaşaması ve tüm bunların bedeninde yarattığı değişimi hissetmesi ile başlanır. Ardından danışan zihnini serbest bırakır. İçeriğini veya nereye doğru gittiğini kontrol etmeden zihninden geçen her şeyin farkına varır.

Danışan işlemleme sırasında terapistin iki yöne hareket ettirdiği parmağını gözleriyle takip eder. Danışanının zihninden geçenlere ve göz hareketlerine aynı anda dikkatini vermesinin, beynin sağ ve sol yarımküresini ilişkiye geçirdiği düşünülmektedir.

Beyin, yaşantılardan gelen bilgiyi REM uykusu (Hızlı Göz Hareketli Uyku) sırasında işler. EMDR’de uygulanan çift yönlü göz hareketlerinin benzer bir fizyolojik etkiyi, uyanıkken sağlayabildiği öngörülmektedir. Aynı zamanda, çift yönlü işitsel uyarım, çift yönlü dokunma gibi farklı uyarımlardan da yararlanılmaktadır.

Terapist her setten sonra, danışana zihninden geçenleri sorar, işlemlemeyi kontrol eder ve tüm süreçte danışana rehberlik eder. Anı ve danışanın kendisi ile ilgili pozitif düşünce ve inançları (örn: Elimden gelen her şeyi yaptım) arasında bağlantı kuruluncaya ve anı daha az rahatsızlık verir hale gelinceye kadar işleme sürdürülür.

Yerleştirme: Danışanın pozitif inancını pekiştirmek amacıyla setler uygulanır.

Beden Tarama: Danışanın bedenini taraması ve rahatsızlık veren bir duyum varsa işlenmesi sağlanır.

Kapanış: Terapist danışana geribildirimde bulunur, gerektiğinde rahatlatacak bazı teknikleri uygular, seanstan sonra neler olabileceğini anlatır. Psikolojik tepkileri hakkında kısa notlar almasını ister.

 

Yeniden Değerlendirme: Bir önceki seansın değerlendirilmesi yapılır. Terapist önceki seansta ulaşılmış pozitif sonuçların yerleşip yerleşmediğini kontrol eder. Ayrıca danışandan gelen yeni verileri değerlendirir. Bu değerlendirmeler sonucunda işlemleme süreci devam eder veya diğer anılarla çalışılmaya başlanır.

İşlenmemiş, geçmiş ve yakın zaman anı veya anıların işlenmesi tamamlandığında bugünkü rahatsızlık veren semptomlar da büyük ölçüde kaybolur. Yine de her bir semptom tekrar taranır ve gerekirse işlenir. Böylece protokolün Geçmiş ve Bugün aşamaları tamamlanır ve Gelecek aşamasına gelinir.

Terapist danışandan daha önce belirlenmiş, işlevsel olmayan tepkileri harekete geçiren her bir güncel tetikleyici durum için arzu ettiği davranışları belirtmesini ister. Terapist ve danışan beraber arzu edilen davranışların sergilendiği senaryolar hazırlar. Danışan bu senaryoları adım adım hayalinde yaşar ve rahatsızlık veren noktalarla karşılaşılırsa işlenir. Gerekirse danışana yeni bilgi ve beceriler kazandırılır. Böylece danışanlar daha önce sorun yaşadıkları durumlarla baş etmeye hazır hale gelirler.

EMDR Ne Kadar Sürer?

EMDR terapi literatüründe ‘kısa süreli terapiler’ grubunda yer alır. EMDR tedavisinin ne kadar süreceği sorunun tipi, danışanın bugünkü yaşam koşulları, önceki travmaların sayısı ve etkisi ile bağlantılıdır. Her kişinin bilgileri kendi değerleri ve deneyimleri doğrultusunda kendine has bir biçimde işlemesi de süreyi etkiler.

EMDR’nin Etkinliği Kanıtlandı mı?

Sayıları 20’ye yakın kontrollü araştırma sonucunda EMDR’nin danışanların çoğunluğunun travma sonrası stres semptomlarını etkili bir biçimde azalttığı veya yok ettiği, genellikle psikolojik sorunları ile bağlantılı olan semptomlarda da (endişe gibi) azalma sağladığı görülmüştür. EMDR birçok uluslararası sağlık ve devlet kurumu tarafından da etkili bulunmaktadır. Bunlardan bazıları:

Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO, World Health Organization)

Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association)

Uluslararası Travmatik Stres Çalışmaları Birliği (International Society for Traumatic Stress Studies)

Amerika Savaş Gazileri Bakanlığı (U.S. Department of Veterans Affairs)

Amerika Savunma Bakanlığı (U. S. Department of Defense)

Birleşik Krallık Sağlık Bakanlığı (United Kingdom Department of Health)

Ulusal İsrail Akıl Sağlığı Kurulu (Israeli National Council for Mental Health)

 

 Daha fazla bilgi aşağıdaki web sitelerinde bulunabilir:

EMDR International Association: www.emdria.org

EMDR Europe: www.emdr-europe.org

EMDR Institute: www.emdr.com

EMDR Türkiye: www.emdr-tr.org

 

KAYNAKLAR:

1-Shapiro, F., Eye Movement Desensitization and Reprocessing: Basic Principles, Protocols and Procedures, 2nd Edition, Guilford Press, Newyork, 2001.

2-Shapiro, F. , EMDR Terapisi Teknikleri ile Acı Anıları Silmek, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2012.

3-Royle, L. , Kerr, C. , Integrating EMDR into your Practice, Springer Publishing Company, Newyork, 2010.

4-Parnell, L. , EMDR in the Treatment of Adults Abused as Children, W.W. Norton & Company, Newyork, 1999.

5-Kavakçı, Ö. , Ruhsal Travma Tedavisi için EMDR, HYB Basım Yayın, Ankara, 2012.

6-EMDR Treatment and Training Manual / Level 1, EMDR Institute.Inc,2002 (Türkçe’si yayımlanmamış metin,DBE).

7-EMDR Treatment and Training Manual / Level 2, EMDR Institute.Inc, 2002 (Türkçe’si yayımlanmamış metin, DBE).

8-Facilitator Guidelines, Policies and Training Handbook, EMDR Institute.Inc, 2002 (Türkçe’si yayımlanmamış metin, DBE).

9-EMDR as an Integrative Psychotherapy Approach, Edited by Shapiro F., American Psychological Association, Washington, DC, 2002.

10-Grand, D., Işık Hızında Duygusal İyileşme – EMDR, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, 2005.

11-Professional Brosure; EMDRIA (EMDR International Association) Press, 2005.

12-Ören, E., Solomon, R. , EMDR Therapy: An overview of ist Development and Mechanisms of Action, Ç: Önder Kavakçı, EMDR Türkiye E-Bülteni, Sayı 2, Ocak 2013.

 

Not: Yazı EMDR Derneğinden alınmıştır. (http://www.emdr-tr.org)

 

Toplumumuzda cinselliği konuşmak ve merak etmek hala ayıp olarak algılanmaktadır. Böylece cinsellik hem merak edilen hem de konuşulmaktan kaçınılan bir konu olmaktadır. Cinsellikle ilgili konuşmak ve merak etmek hala bir tabu olduğundan dolayı, kişiler veya çiftler herhangi bir cinsel sorun yaşadıklarında ne yapmaları gerektiğini, nereden yardım almaları gerektiğini bilemez bir durumda kalmaktadırlar ve etraftan duydukları, kulaktan kulağa yayılmış, yanlış ve uydurma bilgilere inanmaktadırlar. İnandıkları bu yanlış ve uydurma bilgiler yaşadıkları cinsel sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hale sokar. Oysa ki doğru yerlere ve konunun uzmanlarına ulaşıldığında, cinsel sorunlar çözümsüz değildir.

Cinsel sorunların tedavisinde cinsel terapi uygulanmaktadır. Cinsel terapi, kişilerin/çiftlerin yaşadıkları cinsel sorunları çözmelerine yardımcı olan, bunu yaparken de yeniden cinsel eğitim veren, çiftlerin ve bireylerin kendilerini tanımalarını sağlayan, çiftler arasında ki ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmaya çalışan özel bir terapi alanıdır. Cinsel terapinin içinde sorunun anlaşılması, tanının konulması, tedavi planının oluşturulması, çiftlere veya kişiye cinsel anatomi, fizyoloji ve cinsellikle ilgili diğer konularda bilgilendirmelerin yapılması ve ev ödevlerinin verilmesi yer alır.

Cinsel terapi sonuç odaklı bir terapidir, ulaşılması gereken bir hedef vardır ve danışanlarla iş birliği sağlanarak bu amaca ulaşmak için çalışılır. Cinsel terapide, kişiye/çifte terapi odasında kesinlikle girişimsel bir müdahale yapılmaz, sadece danışanlarla birlikte sorun tespit edilir, kişi/çifte ayrıntılı cinsel bilgilendirmeler yapılır ve kişinin/çiftin evinde uygulaması üzerine ev ödevleri verilir.

Cinsel terapinin amacı, çiftin cinsel sorunlarını tespit etmek ve sonuca ulaştırmak, çiftin cinsel bilgi ve becerilerini zenginleştirmek, eşlerin birbirlerini daha iyi tanımlarına yardımcı olarak eş ile cinsel iletişimi arttırmaktır.

Cinsel terapiye başvurmak kişi/çift için pek kolay olmamakla beraber, cinsel sorunların çözümü için en güvenilir ve doğru olan yoldur. Çözülmeyen cinsel sorunlar kişide depresyona ve ilişki sorunlarına sebebiyet verebilir. Bu yüzden cinsel sorunlarınız olduğunu düşünüyorsanız, ertelemeden, en kısa zamanda bir cinsel terapiste başvurmanızda fayda vardır.

Çocukluk dönemi, bireyin doğum öncesi döneminden başlayarak, ergenlik evresine kadar olan gelişimini kapsar. Bu dönem içerisinde, çocukların duygusal, davranışsal ve gelişimsel birçok sorunlarıyla karşılaşılabilir. Tüm bu sorunların fark edilmesinde ve çözümünde psikolojik destek almak çok önemlidir. Çocuk danışmanlığı, dünyaya karşı kendilerine özgü bakış açısına sahip çocukların baş etmekte güçlük çektikleri sıkıntıları gidermeyi hedeflemektedir. Bu dönemde ki sorunların giderilmesinde kuşkusuzdur ki anne-babanın desteğinin önemi çok büyüktür.

Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı, çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenlik döneminde ki birey, ne çocuk ne de yetişkindir. Ergenlik dönemi tam arada kalmış, kendine has özellikleri, sorunları olan bir dönemdir. Bu dönem içerisinde çeşitli duygusal, davranışsal ve gelişimsel sorunlar yaşanabilmektedir. Çocuklukta yaşanmış ve çözülememiş sorunların çözülebilmesi için ikinci bir fırsattır.

Ergen danışmanlığı ve terapisi, tüm bu çözülememiş sorunların fark edilmesinde ve çözüme kavuşturulmasında, ergenin tek başına baş edemediği bu problemlerle baş etme becerisini arttırmasında önemli bir yere sahiptir.

Tabi ki hem çocuk hem de ergen danışmanlığında ailenin ve çocuğun diğer eğitmenlerinin desteği ve süreç içerisindeki işbirliklerinin yeri çok büyüktür.

Evlilik Dışı İlişkiler-Aldatma

Kuşkusuz ki evliliklerde sadakatsizlik, güven duygusunu temelden sarsan, çok ciddi ve incitici bir durumdur. Aldatmanın evlilik üzerinde iki önemli etkisi vardır; birincisi, evlilik dışı ilişkinin evliliği yok etme potansiyeli ve ikincisi de, aldatmanın evlilik üzerindeki duygusal tesiridir. Evlilik içi şiddetten sonra en fazla olumsuz etkiye sahip olan neden aldatmadır. Erkek içinde kadın içinde aldatma iz bırakan bir durumdur. Erkeklerin aldatması elinin kiri gibi bir kavram kullanılarak normalleştirilmekte ve bu durumda kadının da kocasını affetmesi ve yuvasını bozmaması beklenmektedir. Kadınlar eşlerini affetseler bile durum iç dünyalarında böyle olmamaktadır. Her iki taraf içinde aldatılmak, değersizlik, çaresizlik, güvensizlik vb. duygulara sebebiyet vermektedir.

Sanki hep erkekler aldatırmış gibi bilinse de, bu erkeklerin kendi aralarında kaç tane kadınla birlikte olduklarını bir övünç kaynağı olarak anlatmalarından kaynaklanmaktadır. Yapılan araştırmalar kadınlarında eşlerini aldattıklarını ortaya koymaktadır. Fakat kadınlar bu durumu gizli tuttukları için çok bilinmemektedir. Kadının eşini aldatması daha zordur, çünkü kadın için bir ilişkide ilk önce romantizm gelir, duygusallık gelir, kadın daha derin bir ilişki arar, aşk ister. Kadınlar yasak ilişki yaşarlarken daha dikkatlidirler. Erkekler ise daha dikkatsizdirler. Erkekler için aldatmak daha doğaldır.

Aldatma iki şekilde adlandırılıyor.Cinsel aldatma ve duygusal aldatma şeklinde. Var olan bir ilişki içerisindeyken, başka biriyle cinsel ilişkiye girme cinsel aldatma, duygusal olarak bir başkasına bir şeyler hissetme, aşık olma duygusal aldatma olarak adlandırılır. Her ikisi de evlilik için tehlike oluşturacak durumlardır. Genelde erkekler daha çok cinsel aldatmaları tercih ederken, kadınlar duygusal aldatmaları tercih etmektedir. Fakat en kötüsü cinsel birlikteliği de içinde barındıran duygusal bağın kuvvetli olduğu ilişkilerdir.
Aldatma nedenlerine bakıldığında erkek için de kadın için de çok fazla neden sıralanabilir. İlişki heyecanını kaybetmiş olabilir, cinsel tatminsizlik yaşanıyor olabilir, eşler arasında ihmal, sevgi ve şefkat eksikliği olabilir, eşler mutsuz evliliklerinden kaçmak için aldatıyor olabilirler, evliliklerindeki çatışmalarından kurtulmak için duygusal enerjilerini bir başka ilişkiye harcamayı tercih ediyor olabilirler, eşler arasında yakınlıktan kaçınma olabilir, bazen eşlerden biri seks veya tutku bağımlısı olabilir, eşlerden biri evliliğini bitirmek ister fakat yeni birini bulmadan bunu yapamaz. Erkekler daha çok cinsel açıdan değişiklikler, yeni heyecanlar yaşamak için ve cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorlandıkları için; kadınlar ise duygusal açıdan ihmale uğradıklarında, mutsuz ve umutsuz hissettiklerinde aldatma yolunu tercih edebilirler. Evli ve çocuklu erkekler ise kendilerinden daha genç partnerlerle eşlerini aldatarak hala güçlü bir erkek olduklarını eşlerine ve çevrelerine kanıtlamak isterler.

Aldatma, aldatılan eş için bir travmadır. Aldatılan eş aldatıldığını öğrendikten sonra, sıkıntı üzüntü, öfke, uykusuzluk, güvensizlik ve depresyon yaşamaya başlar. Aldatılan eşte travma sonrası stres bozukluğu belirtileri görülebilir. Bunların ne kadar süreceği kişiden kişiye değişecektir. Bu durumda yapılması gereken bir evlilik-çift terapistine başvurmak olmalıdır. Eşlerin bu durumda üzerine düşen sorumlulukları alması gerekmektedir. Aldatılma ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar aşılamayacak sorunlar değildir. Sadece çiftlerin çaba göstermesi ve evliliklerini bu fırtınadan kurtarmayı istemeleri gerekmektedir.